5. Bölüm

3 1 0
                                    

''Arkanızdayız çocuklar. Hadi bize katılın.'' diye seslendi biri. Sesi tok ve gürdü. En kötüsü tanıdıktı. James sıkkın bir tavırla arkasını döndü ve ''Bu sefer ölmek için yalvaracaksın Hernandes.'' dedi ve Hernandes ile göz göze geldi. ''Ne istiyorsun çocuk.''

''Öncelikle bana Herna diyebilirsin. İstediğim bu. İkincisi geçen sene ölmekten son anda kurtulan sanırım sendin. Ya da Alex miydi ?'' dedi ve gözleri Alex'e kaydı.

''Pardon. İkiniz de son anda ölümden kurtuldunuz'' deyip yavaş yavaş bize doğru gelmeye başladı. Yanında duran iki tane yapı olarak iri olan adamlar Herna ile beraber yürümeye başladılar.

Hernandes bizim kadar uzun boylu, kel denebilecek kadar kısa saçlı biri. İri yapılı ve güçlü. Okyanus mavisi gözleri karlarla kapı beyazlığın ortasında bir mücevher gibi parlıyordu. Sağ yanında siyahi bir yabancı ırktan biri vardı ama Herna'yı tanıdığım ilk günden beri onunlaydı.

Durduğu yer gibi belli ki sağ koluydu. Sol yanında ise kendi ırkından, benimkiler gibi ensesine kadar uzanan sarı saçlı biri vardı. Onu ilk defa görüyordum. Büyük ihtimalle alanlarda eğitilen kıdemli bir savaşçıydı. Herna'nın yanında yer almak - bu adamdan her ne kadar nefrette etsem de - büyük bir başarıdır.

Ama savaşın sonucu Herna'nın anlattığı gibi değildi. Aslında hiçbir şey anlattığı gibi değildi. Daha doğrusu yenilgimiz onurlu bir şekildeydi, onursuzca davranan onun ordusuydu.

''Geçen sene zaferle çıktığımız savaşın sonunda büyük oranda silahsız ve erzaksız kalmıştık. Bunu öğrenir öğrenmez yüz kişilik bir ordu ile tam takım karşıma geldin Herna. Sen daha iyi hatırlarsın. Sonucu ne olmuştu ?'' diye James sözü almıştı.

James hafife alınacak biri değildir. Üstelik böyle konularda. Hernandes'in yüzü düşmüştü. ''Ben de hatırlıyorum ağabeyim. İstersen ben söyleyeyim.'' diye araya girdim.

''Mini bir ordu ve mini bir kargaşayla geçen bu savaşta sadece yumruklarımızla savaştık ve sizlerin elindeki kılıçları, mızrakları ve okları alıp kalitemizi daha da arttırdık. Evet belki onlarca kayıp verdik fakat yine de böyle bir kış mevsiminde karları kızıla boyadığımızı çok iyi hatırlıyorum. O kızıllığa eşlik eden bağırsaklar, kesilmiş kafalar, yerlerinden sökülen kaburga kemikleri.. Bunları da hatırlıyor musun Hernandes ?'' dedim.

Herna'nın sağındaki adam söylediklerimizi anlamış gibi sinirlendi ve kılıcı ile gardını alarak kalın botlarıyla karı yararak üzerimize doğru gelmeye başladı. Üzerime doğru koştuğu anda bende gardımı aldım ve üzerime atıldığı sırada kılıcına omzumun üstünden sert bir darbe indirdim.

Atağımı kılıcını kendine siper ederek savuşturmuş olsa da darbenin etkisiyle bir iki adım geriye doğru sendeledi ve hemen toparlanarak göğüs kafesime doğru bir hamle daha yaptı. Kılıcını dik bir şekilde göğsüme saplamaya çalışırken kendi eksenimin etrafında hızlıca döndüm ve kılıcı savuşturarak siyahi adamın yüzüne sert bir dirsek darbesi indirdim.

Bu sefer sendelemesi güçlü oldu ve dengesini kaybederek sırt üstü karların üzerine gömüldü. Yere düşer düşmez hızla yanına gidip kılıcımı gırtlağına dayadım.

''Hernandes eğer bu kavgayı yapacaksak hayır demem. Eğer korkup kaçacaksan da saygı duyarım.'' dedim. Nefes alış verişlerim hızlıydı. Soğuk hava ciğerimi yakmıştı.

''Tabi benimle beraber
birkaç önde gelen, hatta onlarca şövalye bu hikayeyi dinler. İspatı olarak da bunun kellesini götürürüm.''

Kılıcımın ucunda duran adam huzursuzlanmaya başlamıştı, öfkesi yüzünden okunuyordu ama hiçbir şey yapamıyordu. Hareketsiz yatıyordu.

''Bizi artık hazırlıksız yakalayamayacaksın Herna.'' dedim. Öfkesini bağırarak karşıladı ve kılıcını kınından çıkarıp üzerimize doğru koşmaya başladı. Yanındaki sarışın adam da o öne atılır atılmaz harekete geçti.

Alex çok hızlı hareket ederek sarışını savuşturdu ve kılıcının yere düşmesini sağladı. Herna'nın ordusu hiçbir zaman tam anlamıyla güçlü olamamıştı. Kılıcı yere düşen adam savaş alanında eğitilmiş fakat bizimle savaşıp savaşta bir insana en azılı şekilde kıyabilecek kadar iyi yetişmediği belliydi.

James, Herna ile sıkı bir mücadele içine girmişti. James kılıcını tepeden Herna'ya geçirmek istedi ve Herna kılıcı yatay bir şekilde kafasının üstüne kaldırıp hamleyi atlattı. Kılıç darbelerinin etkisi o kadar şiddetliydi ki birbirlerine her vuruşta kıvılcımlar çıkıyordu. Bu iki adamın değil iki büyük öfkenin kavgasıydı.

Herna, James'e yakınlaşıp diz kapağının arkasına sert bir tekme attı ve James tek ayağıyla dizinin üstüne düştü. Bu durumu fırsat bilen Herna hemen kılıcını James'in boynuna doğru savurdu fakat James muhteşem bir çeviklikle kılıcını başının üstüne kaldırdı ve gelen darbeyi savuşturdu. Ardından hızlıca kılıcını Herna'nın bacağına sapladı ve Herna acı dolu bir çığlıkla dizlerinin üstüne düştü.

James hemen yerden kalktı ve Alex'e bir bakış attı. Alex emri anında yerine getirdi ve beyaz adamın kafasını gövdesinden kopardı.

''Bu kılıçları temizleyip yeniden bilelemek lazım. Pislik kanı ve kemiğini temizlemesi kolay olmuyor.'' dedi Alex.

Kılıçları bilemek... Anladım ki sıra bendeydi. Yerde duran siyahinin gözlerinin içine bakıp gülümsedim. Son bir çaba ile bağırarak ve debelenerek kurtulmaya çalıştı ama nafile. Kılıcımı boğazında boydan boya gezdirdim ve karlar kırmızıya büründü. James sırıttı ve Hernandes'e döndü.

''Ölümle yüz yüze gelmek.. Son anda ölümden dönmek ile ilgili bir şeyler demiştin. Hatırlatmaya gerek var mı ?'' Hernandes kahkahalarla gülümsemeye başladı.

Sırıtmaya devam ederken ''Krallığa gittiğinizde son hatırladığınız şey şeytanların ve ona liderlik eden cadının derinizi yüzmesi olacak.'' dedi.

Hernandes'in yanına gittim ve kılıcımı kaldırıp koluna derin bir çizik açtım. Gülümsemesi sinirimi bozuyordu. Biraz acıyla durulmasını sağladım. James öfkesini kontrol altında tutmaya çalışıyordu ve bunu başarmıştı da.

''Krallığın sadece bizi bilgilendirdiğini sanıyordum. Ya da kilisenin. Kaç savaşçıya gönderildi bu mektuplar ?'' Şuan sadece Hernandes'ten gelecek olan bilgiye odaklanmıştı.

Karanlığın Esirleri 2: ATEŞTEN DOĞANLARWhere stories live. Discover now