ZAMANIN BAŞLANGICI

191 39 35
                                    

Bulutlar birbiriyle kavga eder gibi iç içe girmeye başlamışlardı. Gökyüzünün bu mest edici kokusu, insanın zaaflarını tetikliyordu adeta. Tüm bu düşlerimi sınıfın en arka sırasında oturup kollarımı birleştirerek gökyüzüne bakıyordum. Vasat insanların ve günün sonunda "Arkadaşlarımla harika vakit geçiriyorum" diyen sahici olmayan kişilerin yüzüne bakmaktan çok daha iyiydi. Kayda değer olmasalar da "Sözde sınıf arkadaşlarım" dediğim kişileri düşünür olmuştum.

Ece, üst üste duran ve geceleri çöp avlarına çıkan Rakun birleşimi sonucu bir boya ve surata sahipti. Bunları dalga geçmek açısından söylemiyordum. O kızı görünce aklıma rakunlar geliyordu. Herkesin masasına oturup masanın altını karıştırır ve kullanılmayan eşyaları toplamaya başlardı üstelik nöbetçi olmadığı halde. Bir keresinde çöpteki eşyaları bile çantasına koymuştu.


Cenk, pek anlatmaya değecek birisi değildi. Tek bir anlık zevkin uğruna yapmayacağı bir şey yoktu. Sadece bizim okulda değil, karşımızda olan hatta okulumuza 1 saat mesafesi olan okul ile ilişkisi vardı. Cenk, yeni transfer olmuş kız öğrencilere bayılırdı. Gözüne kestirdiği bir av bile var şu an. Sonuçların ne olacağını bariz bir şekilde tahmin edebiliyordum ama bu herifte anlamadığım bir şey vardı. Çözemiyordum ve oldukça sinir bozucuydu.

Bartu, tüm okulun sigara kaçakçısıydı. Onun yanına gittiğiniz zaman sigara almadan dönmenize izin vermezdi. Tam Asu'yu anlatacakken, bir el bana dokundu ve bana "Umut, yine uzaklara gitmişsin. Buraya geri dön ve yüzüme bak. A-Ahh, hep böyle yapıyorsun. Benimle konuşmanı çok isterim. Tüm hayatını uzaklara dalıp geçiremezsin. Daldığın düşünceleri gerçek kılmaya bak. Tamam mı?"

 ve yanımdan gitmişti. Asu'yu oldum olası hiç anlamıyordum. Sınıfın meleği olarak biliniyordu. Ayrıca Cenk bozuntusuna aşıktı. Bu kıza kendimden çok acıyordum. "Daldığın düşünceleri gerçek kılmaya bak, ha?" kısık bir sesle bunu tekrar edip, alaycı bir ifade ile sırıtmıştım. Belki de bu kızla iletişim halinde olmalıydım. Bana verebileceği ilginç fikirleri var gibi gözüküyordu.

Lise öğrencisi olmanın berbat bir şey olduğunu, liseye başladığım zaman anlamıştım. Lise 1. sınıf öğrencisi olmak bu okulda üst sınıf öğrencilerin pis işlerini yapmaya benziyordu. Neyse ki bu konuda şanslıydım. Henüz böyle bir şeye denk gelmemiştim.

Teneffüs saati gelmişti koridor yürüyüp her zamanki yerime gitmek istedim. Pencerenin kenarında otururdum sürekli. Aşağıdaki insanlara bakıp gözüme kestirdiğim kişileri kafamda analiz etmeye çalışırdım. Atatürk heykelinin yanında oturan bir çocuk takılmıştı gözüme. Karşıdaki sahada futbol oynayanlara bakıyordu. Onlarla birlikte oynamak istediği çok belliydi. Yüzünde "Orada olmak istiyorum" dediği anlaşılıyordu. En sonunda yanına birileri gelip konuşmaya başladılar. Hafif hafif gülüyor gibiydiler. En sonunda çocuk oturduğu yerden kalkıp arkadaşlarıyla gitmeye karar vermişti. Yüzü ikiye bölünmüş gibiydi; bir yanı yanında duran dostlarına bakıp gülümserken, diğer yanı o futbol sahasına bakıp "Beni de yanınıza alın" der gibiydi.

Çok farklı gülücükler vardır. Aralarında en hakiki olanını seçmek zordur. Çok farklı üzüntüler de vardır. Ama aralarında en sahte olanını ayırt etmek oldukça kolaydır.

Sınıfa doğru gidiyordum kapıyı açmaya yeltenmiştim ama çok tanıdık olan bir his ile karşılaştım. Birinin eli yine omuzlarımdaydı. Elbette ki o kişi Asu idi.


 "Yüzünde tebessüm açtırmam için ne yapmam gerekiyor Umut? Bir kez olsun güldüğünü görmedim." neden gülmemi istiyordu ki? "Ortada bir şey yokken, neden gülmemi istiyorsun? Bu sabah olan olayda çok ilginçti. Bu kadar mütevazı olmamalısın. Canını çok yakabilirler" bunu söylediğim an yutkunduğunu görmüştüm. Sonra sınıfa geçtik ve masalarımıza tam geçecekken

 "Her zaman böyle olacağım. Öldüğüm zaman bile." yüzünde gülücükler açarak bunları söylüyordu. O sıra Cenk bize küstahça bir ifadeyle bakıyordu. Asu'nun arkası dönüktü o görmemişti ama ben görmüştüm. Aslında eğlenceli şeyler olabileceğini düşündüm ve aynı küstahça olan ifadeyle, Cenk bakıp sırıttım. Anlaşılan bu onu tetiklemiş görünüyordu. Aradan on dakika geçtikten sonra Cenk yanıma doğru gelmeye başlamıştı.

"N'aber Umut? Biz senle okul başladığından beridir hiç konuşamadık, değil mi? Sadece merhabamız ve tanışma faslımız olmuştu." yanıma biraz daha yaklaşıp kulağıma "Sevdiğin birisi var mı?" anlamsız bir soruydu. "Sevdiğim birine niye ihtiyaç duyayım?" O da gülüp yerine geçmeye karar vermişti ama tam gidecekken, sesimi kısıp ve sadece onun duyabileceği bir şekilde   "Rahatsız mı oldun?" deyip, bir elimi yanağıma getirip, kafamı hafifçe yana kaydırarak insanlara diz çöktüren bir şeytanın gülüşünü takınmıştım. Daha da tetiklenmeye başlayıp uzun bir süre bana bakmıştı. Bakışlarımız bir süre insanların dikkatini çekmeye başlamıştı. En sonunda Asu da bize bakıyordu. İçimden kendime şöyle diyordum "Bu tahmin ettiğimden çok daha eğlenceliydi."

Bugün okul alışılmışın dışında daha erken bitmişti. İçimden bir ses yarın ve bundan sonraki günler daha ilginç olacak diyordu. Okuldan çıkmak üzereydim kapıya doğru yaklaşmıştım Cenk ve onun yancıları yanındaydı anlaşılan benim çıkmamı bekliyorlardı. Birazdan çok eğlenceli şeyler olacak gibiydi. Bana bakıp, adımla seslendiği sıra hemen ağzını tıkayıp  "Bir şeyler öğrenmek istiyorsan, yarına kadar beklemelisin. Yoksa başka bir gün istediğin cevabı alamayacaksın." dedim. Soğuk ve ürkütücü bir hal almış gözlerime bakıp yutkundu. Yanındaki arkadaşlarına "Dağılın!"  Ben de arkama bile bakmadan oradan uzaklaşmıştım Herkes gitmişken  bana seslenmişti "Yarın" bu herife unutamayacağı bir ders vermek istiyordum. Aklında kalıcı bir yara bırakacak bir ders olacaktı. Ama ne? Tüm bunlar zamana ve olacaklara bağlıydı.

Yarın, Cenk ile konuşmadan önce Asu ile konuşmam gerekecekti.  Aslında aramızda hiçbir şey olmamasına rağmen, Cenk'i deliye çeviren bendim. Az da olsa, "her şeye sahibim" havalarından çıkması için böyle bir şey yapmak istedim...

Bunu söylemeye dilim varmıyordu ama Asu sınıfın hatta okulun en güzel kızıydı. Kestane rengi düz saçında bağlı yeşil bir kurdele takıyordu. Küçük bir yüzü ve güldüğü zaman elmacık kemiği belirgin hale geliyordu. Bazen spor ve bazen de vintage tarzında giyiniyordu. Badem şeklindeki gözü tatlı bir kahve tonundaydı. Benim için fazla mükemmel birisiydi. 

Bu gece uzun olacaktı. Sönük yıldızlar Ay'a sırtını çevirip kendi çabalarıyla parlamaya çalışıyorlardı. Çok asilce bir görüntüydü. Kış aylarında yıldızlara ve Ay'a bakmayı severdim. Soluk renkteki bu havada sönük bir renk bırakıyorlardı dünyaya. Kış ayını griye çeviren şeyler; yitirilmiş parıltıların loş bir ışığa dönmesiyle oluşurdu.

Hava, bir örümcek ağının ipi gibi görünmezdi. Nereye varacağınızı kestirmek zor oluyordu. Buna bayılıyordum çünkü ben gideceğim yönü her zaman kestirebilirdim. Karanlığa veya solukluğa bakmayı seviyordum. 

Bakacak hiçbir şey yoktu, biliyordum. Zaten hiçbir şeye bakmamak için karanlığa bakıyordum.

Yatağıma uzanmış uzunca bir şeyler düşünüyordum. Aklıma benim için gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler geliyordu. Hayatıma birini almak istiyordum, iletişim kurabilecek birisini istiyordum, beni güldürebilecek birini istiyordum. "Tanrım, ne diyordum ben?" Bunların gerçek olması demek bir zamanlar inanmadığım şeylerin de gerçek olabileceği anlamına geliyordu.

Nedensizce her şey benim elimdeymiş gibi hissediyordum. Eğer istersem bunu yapabilecekmişim gibi hissediyordum ama neden yapmaya çekiniyordum? Sanki elimi bir şeye sürersem hepsi yok olacakmış gibi geliyordu.

ŞEYTAN SAATİ SERİSİ (13.00/13.01)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin