14

1K 150 13
                                    

don’t want no other shade of blue but you
-

jungkook
hyung?
evde yok musun

taehyung
şu an dışarıdayım güzelim
bir sorun mu var

jungkook
hayır
şey
ne zaman geleceksin

taehyung
bir saati bulur
bana mı gelecektin

jungkook
evet
beklerim
sen işini hallet
görüşürüzzzzz

-

üstünde oturduğum bavulu biri geçmek isterse diye biraz daha kapıya yaklaştırdım ama bunu yapmak bile beni öldürecekti adeta.

gücüm kalmamıştı.

titreyen ellerimi saatlerdir ağlasam bile hala yaşların aktığı gözlerime bastırdım. sadece ellerim değil, her yerim, hatta iç organlarım bile titriyordu ve göğsümün üstüne çöken ağırlık nefes almamı zorlaştırıyordu. balon gibi şişen gözlerimi sıkıca birbirine bastırdım, beni algılayan otomatik ışık sönmeden yanmaya devam ediyor, hassas olan gözlerime acı veriyordu.

babama gitmek istediğimi söyleyişim, umurunda olmadan bana siktiri çekmiş olması, o anki öfke ve üzüntüyle yarım yamalak topladığım ve en sonunda numarasına bile bakmadan bindiğim otobüsün beni iki sokak ileride bırakması yüzünden ağlayarak eve geri dönmem, tekrardan aynı şekilde asansörlerden korktuğum için beş kat merdiveni ağlayarak çıkmam... yorulmuştum.

başımda gerçekten dayanılmaz bir ağrı vardı. gözlerimi açtığım anda harelerime dolan beyaz ışık beynimin her bir kıvrımına binlerce iğne batırıyordu sanki. uyumak, mümkünse sonsuza kadar da uyanmamak istiyordum.

sessiz hıçkırıklarımın küçük iç çekişlere, yorgunluktan sıcaklayan bedenimin yerini neredeyse soğuktan titremeye bıraktığı bir saatin sonunda neredeyse siyah renkli bavulumun üstünde uykuya dalacaktım ki eline tutuşturduğu birkaç poşeti bir hışımla yere atıp hızla yanıma koşan taehyung'u gördüm.

"jungkook? tanrım! ne oldu sana?" sesinde hissettiğim şey saf korkuydu. hatta o korkuyu sadece sesinde değil kireç gibi olmuş teninde, buz tutmuş uzun parmaklarında ve o güzel bal rengi gözlerinde hissedebiliyordum.

ağzımı açıp tek kelime edecek halim yoktu. acıyan ve kapanmamak için direnen gözlerimi zorlukta açıp konuşmak için ağlamaktan şişen dudaklarımı dilimle ıslattım. "hyung..." dudaklarımdan bu kadarı dökülmüştü. devamı yoktu çünkü, devamında biraz daha göz yaşı, bir miktar daha iç çekiş ve bolca sarılma vardı.

ona sıkıca sarıldığımı hatırlıyorum, en azından bedenimde kalan bütün gücü kullanmıştım ama bunun yeteri kadar güçlü olup olmadığı bir muammaydı, hayal gücüm de olabilirdi. bir eli düşecekmişim gibi belime tutundu, diğer eliyle de paltosunun cebindeki anahtarı çıkarıp kapıyı açmaya çalışıyordu. "bana tutun," diye fısıldadığını hatırlıyordum ama silikti işte. beni odasına götürmesi, tıpkı bir oyuncak bebekmişim gibi üstümdeki kalın kıyafetleri çıkarıp yerine kendi dolabından rahat edebileceğim bir şeyler giydirmesi ve beni koltuğa bırakıp bavulumu, poşetleri içeriye taşıması gibi o da silikti.

"hyung ben hiçbir zaman kendini bir yere ait hissedemedim." bacaklarım dizlerinden sarkmış, bir elim beline sarılıyken diğeri de sıcak göğsüne tutunmuş, parmaklarımla hayali daireler çiziyordum. onun güçlü kolları da omzuma dolamıştı ve beni sıkıcı göğsüne bastırıyordu. dudaklarımdan dökülen kelimelerin ağırlığını kalbimde hissettim. "küçükken annemle babam sürekli kavga ederdi-bilmiyorum çok iyi anlaşamazlar diye düşünürdüm ama birbirlerini sevmedikleri çok açıktı. sonra bir gün boşandılar ve hakim annemde kalmam gerektiğini söyledi. istemedim hiç, babamı seviyordum, evet o zamanlar onu severdim. haftanın belirli günleri annemde diğer günler de babamda kalıyordum. çok yorucuydu çünkü evleri birbirine uzaktı." sessizce burnumu çektim. sıcaklığı beni mayıştırıyordu.

"benden nefret ediyor."

avucumu yasladığım kaslı göğsünün belirli bir ritimde inip kalkmasını izlerken saç derimde hissettiğim sıcak nefesleri beni güvende hissettirmeye yetmişti. "onun gibi olmadığım için benden nefret ediyor." kafamı saklanmak istermişçesine biraz daha gömdüm göğsüne. "kadınlardan hoşlanmadığım, asla kendi genlerimi taşıyacak bir çocuğum olmayacağı ve bir kadınla evlenmeyeceğim için benden nefret ediyor. annem de aynı şekilde. nefret değil belki ama çok hoşuna gittiğini söyleyemem. lisenin ilk senesi çoğunlukla onda kalırdım ve inan bana belki de hayatımda yaşadığım en kötü günlerdi. hiç arkadaşım yoktu, sürekli okul çıkışı yatağıma gömülüp ağlardım. her şeyden ümidimi kesmiştim. geceleri uyuyamıyor, ağzıma tek lokma koymaktan kaçınıyordum. annem hepsini görüyordu. annem, sınıf arkadaşlarım, öğretmenlerim... kısacası herkes farkındaydı ama kimse beni durdurmadı hyung."


hafızamda beliren tatsız anılar rahatsız etti beni. o günleri düşündükçe kendime acıyordum ama daha sonra büyük bir utançla kalbim sızlıyordu. kimsesi olmayan bir çocuğa acımaktı beni küçük düşüren şey. bir başına hayatta kalmaya ve bütün bu şeylere başa çıkmaya çalışan o çocuk o kadar yalnız ve değersiz hissediyordu ki, ona acıdığım için bile utanıyordum.

"hepsi biliyordu," diye mırıldandım. parmaklarım artık hayali daireler çizmek yerine kendi adımı yazıyordu göğsüne. buna eş zamanlı olarak da kulağımın altında atan kalbinin geçen her saniye nasıl da şiddetli bir şekilde göğüs kafesini dövdüğünü duyuyordum. "sana yemin ederim böylesine yalnız bırakılan bir çocuğun ne yapacağını, bir sonraki hamlesinin ne olacağını hepsi biliyordu."

tw// intihar (eğer bu konular sizi ufacık bile tekikliyorsa ve hassassanız lütfen iki paragraf atlayın ve öyle devam edin.)

"annemin evindeydim hyung. evi çok güzeldir. busan'ın o güzel sahiline bakan genişce bir balkonu var ve evin her odası ışık alıyor. odamın penceresinden güneşin doğuşunu izlemeyi çok severdim, demiştim ya uyuyamıyordum diye, belki de o günlerde yapmayı en sevdiğim şey oydu. sabah serinliğini tenimde hissetmek bana iyi hissettiriyordu." o günler aklıma gelince dudaklarımdan acı dolu bir kıkırdama kaçtı.

"bir sabah güneşin doğuşunu izlemek istemedim. buzdolabının sağ tarafında kalan raflardan en üstte olanı, yumurtaların hemen üstü, annemin uyku ilacı orada dururdu hep. yanlış hatırlamıyorsam içinden yirmi tane falan almıştım." koluma dolanmış parmaklarının sıkılaştığını hissettim. "deli cesareti? bilmiyorum ne olduğunu. her şey bitecek, bu yalnızlığım son bulacak diye sevinçliydim aslında ama bir yandan da öyle korkuyordum ki. hepsini tek seferde ağzıma atıp su bile içmeden yutmaya çalıştım. tadı berbattı. sonra da deli gibi ağlamaya başladım. pişmanlığı iliklerime kadar hissetmem on dakikamı aldı. gittim midemde ne var ne yoksa kustum. kusmaktan boğazım acıyana kadar durmadım, zaten akşamında da anneme haber vermeden buraya döndüm."

aramızda uzayıp giden sessizlik boyunca taehyung parmak uçlarıyla tenimi okşadı, kiraz dudakları saç diplerimden çeneme doğru ıslak bir yol aldı ve aynı zamanda da burnundan çıkan sıcak nefesler huylanmama sebep oldu.

beni seviyordu.

"neden anlattım bilmiyorum ama asıl demek istediğim şey," elim doğrudan kalbine yaslandı. "ilk defa kendimi bir yere ait hissediyorum. burası öyle güzel bir ev ki..." dudaklarımı tişörtü üstünden hafifçe göğsüne sürttüm. "işte burası," diye mırıldandım. mümkünmüş gibi daha da ona sokuldum. "burası benim evim taehyung."

-

cardiganWhere stories live. Discover now