33

686 99 25
                                    

i don't want you like a best friend, only bought this dress so you could take it off

-
dinlediğiniz için teşekkürler.

dinlediğiniz için teşekkürler.

dinlediğiniz için teşekkürler.

kafayı yemek üzereydim.

sabah evden çıkmadan önce taehyung konuşma için yazdığı kağıdı zorla cebime koymuş, sen önden git ben de birazdan geleceğim demişti ama hala yoktu. neredeyse bir saat olmuştu. bir saattir üzerinde oturduğum sandalye artık rahatsız hissettirmeye başlamıştı ve giydiğim takım elbise, beni aşırı derecede kapana kısılmışım gibi hissettiriyordu.

sahnenin arkasında tek başıma bekliyordum. akrebin yelkovanı kovaladığı her saniye sanki nefesimi kesiyordu ve gerginlikten titremeye başlayan ellerime engel olamıyordum. sahne korkusu muydu bu? bilmiyordum. daha önce kimsenin önünde bir şeyler sergilememiş, ikiden fazla insanın önünde konuşmamıştım bile. beynim sürekli hata yapacağımı söylüyordu. yapmam gereken tek şey kürsüye koyacağım kağıdı okumak olsa da kelimeler birbirine girecekti, düğümlenecekti.

salonda yüz yirmi beş sandalye vardı. saymıştım. on beş tanesi öğretmenler, altmış tanesi öğrenciler ve elli tanesi de veliler içindi. ama yine de arkaya yığılmış bir topluluk daha vardı. yer kalmadığı için duvara yaşlanmış bir şekilde bekliyorlardı.

ve taehyung onlardan biri değildi.

"jungkook, hazır mısın?" kısa saçlarını ensesinde toplayan müdür yardımcımız ellerini birbirine sürterek yanıma geldi. heyecanlı olduğu her halinden belliydi ve üstüne giydiği takım elbisesinden bile bugün için ne kadar hazırlandığı anlaşılıyordu.

"şey-hazırım sanırım. sıra bana mı geldi?" hazır değilim. burada on saat otursam bile hazır olmayacaktım.

"evet," dedi sakince. "yeeun sahneden indikten sonra sen çıkacaksın. ailen geldi değil mi?"

son kez perdeyi açıp içeriyi kontrol ettim. görebildiğim kadarıyla yoktu. evden çıkmadan önce yine taehyung'un zoruyla bileğime taktığım gümüş saate baktım. taehyung'undu bu. söylediğine göre ona babası almış ve bana da şans getirsin diye vermişti. gerçi ben varken şansa ihtiyacın yok da demişti!

"gelir birazdan, sorun yok."

"tamamdır." arkasını dönüp salondan yükselen alkış seslerine kulak verince yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu ve ardından bana dönüp ellerini birbirine doladı. "hadi, sıra sende."

heyecandan uyuşan bacaklarımla ayağa kalkmak zordu, içimdeki endişeyle hareket etmek bile zordu hatta. terleyen avuç içlerimi kumaş pantolona silip belki de onuncu defa kağıdın cebimde olup olmadığı kontrol ettim ve yavaş adımlara perdenin kenarından çıkıp beni bekleyen kalabalığa gergin bir bakış attım.

suratıma kafa karışıklığıyla bakan velilerin aksine öğretmenlerin yüzünde samimi bir tebessüm vardı. beni sevdiklerini biliyordum. her zaman istenilen tipteki bir öğrenci olmuştum sonuçta. notlarım yüksekti, devamsızlığım diğer öğrencilere oranla daha azdı, dersime giren bütün öğretmenlerle aram iyiydi ve lise hayatım boyunca da beladan uzak durmuş biri olarak tamamen örnek bir öğrenciydim.

"merhaba," diye başladım konuşmama. katladığım kağıdı cebimden çıkarıp hızla kürsünün üstüne koydum. konuşma ezberimde olsa da unutacağımdan korkuyordum. "ben jeon jungkook."

ben jeon jungkook. henüz 18 yaşındayken evinden ayrılan, hayali ve hedefi olmayan, korkak, çekingen, takıntılı jeon jungkook.

"öncelikle bana bu şansı veren müdür yardımcımız Bayan Choi'ye çok teşekkür ediyorum," dedim samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseyle ve tam o anda salonun kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. ben dahil herkesin bakışı oraya dönünce heyecandan olduğum yere yığılacağım sanmıştım.

cardiganOù les histoires vivent. Découvrez maintenant