⭐️

863 84 15
                                    

when I felt like I was an old cardigan under someone's bed, you put me on and said I was your favorite

-
"eserde öncelikli olarak dikkat etmeniz gereken şey dönem özelliklerini nasıl yansıttığı.. " jungkook, teninin beyazlığı aklımı başımdan alıyor. nasıl gerçek olabilir bu? "dönemin realist roman özelliklerini sıralayacak olursak.." sevişirken dua okuyormuş gibi bir yalvarmayla adımı sayıklamana bayılıyorum. "materyalizm de örnek olarak verilebilir.."

dönemin başladığı ilk günün gecesinde taehyung'la sevişmek gerçekten kendime yaptığım en büyük kötülüktü. sıcacık dudakları hala çıplak omzumda geziniyordu sanki ve baldırıma tutunan uzun ve kemikli parmaklarının sert baskısı hiç kaybolmamış gibiydi. asla derse odaklanamıyordum ve o an bilinçsiz bir şekilde çantamın ön gözüne sıkıştırdığım telefonu çıkarıp taehyung'a mesaj atmak üzere isminin üstüne dokundum. açıkçası, parmaklarım klavyede gezinse de ne yazdığımı pek bilmiyordum çünkü aklım, dün geceden kalma görüntülerin esiri olmuştu.


jungkook
?????


"sormak istediğiniz ya da aklınıza takılan bir yer var mı?" beni kendime getiren şey ne slayttan sunum yapan hocanın kendini duyurmak için yüksek sesle bağırması ne de amfi kalabalığının arasından yükselen seslerdi. nerede olduğumu elimin altında titreyen telefonun sayesinde anlamıştım.

taehyung
??
bir şey mi oldu jungkook

"daha ne olabilir ki?" diye mırıldandım kendi kendime masanın üstündeki kitaplarımı toplayıp özensiz bir şekilde çantamın içine tıkarken. daha ne olacaktı tanrı aşkına?

bugün tam bir bahar havası vardı. tenimi yalayıp geçen, saç tellerimin arasından nazikçe uçan serin rüzgar, kulağıma çalınan kuşların canlı cıvıltıları, kampüsü boydan boya saran ağaçların renkli çiçekleri ve güneşin sıcaklığıyla birlikte gerçekten yenilenmiş hissediyordum. vücudumdaki 'aşk izlerini' umursamadan beyaz kısa kollu bir tişört, oldukça basitti, altına da açık renk bir kot giyip evden çıkmıştım.

birkaç kişiye selam verdikten sonra fakülteden ayrılıp çıkış kapısına doğru gidiyordum ki mingyu yine nereden geldiğini anlayamadığım bir şekilde yanımda bitti. "bu akşamki partiye geliyor musun?"

"ne partisi?" diye mırıldandım düşünmeden. gideceğimden değil, mingyu'yla sohbet etmek hoşuma gidiyordu.

"edebiyat kulübü toplanıp kitap okuyacakmış." dedi alay eder bir sesle. "ne partisi olabilir jungkook? jiyeon'un evinde."

"mingyu farkında mısın bilmiyorum ama liseden beri arkadaşız, hatta şu okulda ikinci senemiz ama yine de ben senin yaptığın parti tekliflerine hiç evet demedim. sevmiyorum işte. ayrıca jiyeon'un bir de?" kendi kendime güldüm. "o kızla kavga etmediğime dua et, bir de partisine mi gidecektim?"

kahretsin ki o kıza gıcık oluyordum!

taehyung ne zaman beni almak için okula gelse sanki kokusunu almış gibi yanında bitiyordu. hayır, başka kızlarla konuşmasını kıskandığımdan değil, jiyeon ona o kadar yakın davranıyordu ki, ellerini koluna koymalar, ah taehyung sen ne komiksin demeler, sinirlerim tepeme çıkıyordu. ve daha önce bizi yan yana görmüştü, sevgili olduğumuzu fark etmemesi imkansızdı.

"kapıda taehyung ve jiyeon'u konuşurken görünce geleceksiniz sandım." yine oluyordu işte. tanrım, lütfen bana sabır ver.

çıkışa doğru ilerlediğimizde gerçekten de ikisini yan yana görmüştüm. taehyung arabasına yaşlanmış, kaslı kollarını göğsünde birleştirmiş öylece dururken hemen yanında da jiyeon vardı ve yine, aralarında iki adımdan bile az bir mesafe varken gülüp eğleniyordu.

cardiganWhere stories live. Discover now