35

682 80 14
                                    

sometimes to run is the brave thing, sometimes walking out is the one thing

-
'hades'in gölgesinde yaşayan bir akhilleus olmaktansa, gün ışığında yaşayan en fakir, en sefil köylü olmayı tercih ederdim*,' demişti akhilleus. 'gençliğinin baharında kahraman bir şekilde ölmek, kısa olsa da gösterişli bir hayat yaşamak... bunların her şeyden daha önemli olduğunu düşünürdüm.'

bana tekrardan bir yaşama şansı verilse nasıl bir hayat yaşamak isteyeceğimi düşünüyordum. doğduğum ülke, yaşadığım şehir yine burası mı olurdu? olmak istediğim kişi mi olurdum yoksa olmamı istedikleri kişi mi? yine çiçekleri sever miydim yoksa bir kedi için kışın soğuğunda beklemektense evde oturup oyun oynamayı mı tercih ederdim?

yine taehyung'a aşık olur muydum?

ben, bana verilen her fırsatta ona aşık olmayı seçerdim. elime geçen her seferde yeniden onun kolları arasında olmak için çabalardım ve her yaşımda benim için ateşlenmiş mumu üflerken onu dilerdim. taehyung benim dönüm noktamdı. hayatım ondan öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyordu.

öncesinde ortalama ve sıradan bir gençtim. içine kapanık, yapmaktan keyif aldığı hiçbir şeyi olmayan, hayatın güzelliklerinden olabildiğince uzak duran ve bardağın boş tarafına bakan biriydim ve buna öylesine alışmıştım ki, gerçekten de hayatın gri bir toz bulutuyla kaplı olduğuna inanıyordum. değil o bulutları dağıtmak, kendim için tek bir iyilik bile yapmayı çok görüyordum ve belki de farkında değildim, bu kabullenişin beni her geçen gün ne kadar dibe çektiğini göremiyordum. hak ettiğin bu jungkook diyordum, ne daha fazlası ne daha azı, bunu yaşamak zorundasın.

en dipteyken ve gri bulutlarla kaplı bir gökyüzüne bakarken, yeryüzüne inmiş sis yüzünden önümü göremez hale gelmişken hayatıma girmişti taehyung. nasıl olmuştu ya da neden olmuştu, bunları bilmiyordum. belki de tanrı'nın unutulmuş çocuğu değildim. belki de hak ettiğim bu değildi ve hiçbir zaman da olmamıştı. onu ilk gördüğüm andan itibaren kalbimde açmaya başlayan o mor orkideyi hatırlıyordum. kalbime batıyordu, dalları bütün göğüs kafesimi sarmıştı ve ona her baktığım an kalbime batıyordu, nefes alamıyordum. farkında bile değildi. elleri umursamaz bir şekilde saçlarını dağıtırken ne kadar nefes kesici olduğunun farkında değildi. yanıma gelip çekingen bir şekilde benden kahve istediğinde kalbimin nasıl hızlandığından bihaberdi. bana her mesaj attığında utançtan ısırdığım dudaklarımı da bilmiyordu.

taehyung'u benim gözümde bu kadar yüce yapan şeyi tam olarak bilmiyordum. belki beni en dipten çıkarıp aydınlığı gösterdiği, belki bana gökkuşağındaki renkleri bir bir gösterdiği ve hatta bu yetmezmiş gibi yaşattığı, belki de sevmeyi ve sevilmeyi öğrettiği içindi.

asla ulaşamayacağımı düşündüğüm adam,  geceleri uyurken elimi tutuyordu. en güzel melodileri kulağıma fısıldıyordu ve dudaklarını tam kalbime bastırıyordu.

"heyecanlı mısın?" dedi taehyung siyah bavulu sağ tarafına çekmiş indiğimiz taksinin gitmesini beklerken. bugün için özel olarak hazırlanmıştı. saçları her zaman olduğu için düz değildi mesela, gece uyumadan önce duş almış ve kurutma gereği duymadan öylece bıraktığı için uçları kıvır kıvır bir şekilde havada duruyordu. üstünde özenerek giydiği gömleklerinden ya da uzun bacaklarını sıkıca saran kumaş pantolonlardan yoktu. gayet sade bir tişörtün altına rahat hissettigini söylediği, yüksek bel, koyu renkli bir kot pantolon vardı.

özenli değildi ama en doğal haliyle çok özeldi.

"evet çok heyecanlıyım ama sen benden daha heyecanlısın sanırım hyung," dedim kendi bavulumu da sol tarafıma alıp koluna girerken. "uçağa daha iki saat olmasına rağmen sen duramadın yerinde, hadi gidelim jungkook, uçağı kaçıracağız jungkook, ne çok uyudun jungkook..."

cardiganWhere stories live. Discover now