Kaçırılma

19 4 0
                                    

  Lee beni sırtına alıp koştuğunda, arabayla giderken yan pencereden bariyerleri seyrediyor gibi oluyordun. Bulanık da olsa manzarayı algılayabiliyordun.

  Ama bu farklıydı. Çok daha feci. Göz hiçbir şey seçemiyordu, her şey akıp gidiyordu. Sadece karaltılar ve çizgiler görüyordum, renklerine bakıp ağaç mi yoksa çalılık mı, kayalık ya da boş arazi mi, anlamaya çalışıyordum. Gözlerimi bir noktaya odaklayamıyordum. Karanlıkta çalışan bir serbest düşüş kulesindeydim sanki. Sol omzumdaki ağrı zaman zaman bilincimi yitirmeme mi sebep oluyordu, alacakaranlığın suçu muydu yoksa beni kaçıran adam gerçekten çok daha hızlı mı koşuyordu, kestiremiyordum. Ağzımdaki paçavrayı da çıkarabilecek halde değildim. Çoğu zaman Lee de beni kabaca omzuna atıyordu ama bu çok daha beterdi. Ve bitmek bilmiyordu. Kımıldama ya da pozisyonumu değiştirme olanağım olmadan sıkıca yapışmıştım adama.

  Neden ben?

  Lee okula geldiğinden beri bu soruyu çok sordum kendime. Ama belki de şu anki berbat durumumda beni oyalayacak en iyi şeydi. Benim yerimde Felicity Stratton'ı hayal ettim. Ortaçağda yabancı bir adam tarafından tepetaklak kaçırılışını. Ne yapardı acaba? Lee'nin yanında seksi bikinisiyle şehre girmek zorunda kaldığında nasıl tepki verirdi? Sinir krizi mi geçirirdi? Ya da Charlie'nin meleklerinden biri gibi kendini savunmaya mı kalkardı? Hayalimde, Lee'ye övgüyle bakan güçlü bir Felicity'dense histerik çığlıklar atan bir Felicity'yi yeğlemiştim.

  Lee'yle Felicity'nin jakuzideki görüntüsü peşimi bırakmıyordu bir türlü. Çok çirkindi. Nasıl cüret edebilirdi ki, bu kadar uluorta...

  Öyle ani durduk ki baş aşağı sallanan bedenim hızla, beni kaçıran adama çarptı. Bağırdım çünkü kolum şiddetle sarsılmış ve korkunç bir acı yayılmıştı. Ama ne yazık ki tıkaç çığlığımı yutuyordu.

  "Amma da hassasmış" dediğini duydum beni kaçıran adamın. Acımasızca yere attı beni, öylece kalakaldım. Ayağa kalkacak gücüm yoktu. Acıyan kolumu tutup gözümü kapadım sıkıca.

  "Omzu çıkmış ve köprücük kemiği kırılmış" dedi bir kadın sesi. "O yüzden biraz hassas davranmak gerekiyor sanırım."
 

  Gözlerimi kırpıştırıp baktım ama... hiçbir şey yoktu. Her taraf karanlıktı.

  “En azından bayılmadı. Korkunç acı çekiyor olmalı."

  Yine kadın sesi, bu kez çok yakınımda. Yüzümde kaba, pürüzlü bir şey hissettim, ağzımdaki tıkaç özensizce çıkarıldı. İnleyip birkaç kez tükürdüm çünkü ağzımda iplikler kalmıştı.

  "Biraz daha nazik davranabilirdin ona" dedi hemen önümdeki kadın sesi. Boğuk ve yumuşaktı, biraz kadifemsi. Tanıdığım birinin sesini hatırlatıyordu bana.

  Hâlâ bir şey göremiyordum. Ama yavaş yavaş, yalnızca omzumdaki ağrıyı değil vücudumun geri kalanını da hissetmeye başladım. Birkaç sivri taş, giysime aldırmadan kalçama ve bacaklarıma batıyordu. Oturmaya, duruşumu değiştirmeye çalışırken engebeli zeminde kaydım. İnleyerek kayalara çarptım.

  "Işık yok mu burada? Meşale? Kibrit?" diye söylendim, gözyaşlarıma engel olamadım.

  "Hayır, Felicity Morgan, bizi görmesen daha iyi." Gözümü kırpıştırdım. Kadın az önce benim adımı mı söylemişti? "Benim kim olduğumu biliyor musunuz?" diye bağırdım.

  "Canın acıdığı için üzgünüz. Ama bizi dinlemelisin. Ne kadar vaktimiz olduğunu bilmiyorum."

 
  Doğrulmaya çalışmaktan vazgeçtim. "Siz ejderhasınız, değil mi?" Hafif kükürt kokusunu da duyabiliyordum artık. Şimdiye kadar ağrılarım her şeyi bastırmıştı.

PAN'IN SAKLI SEMBOLLERİ (3. Kitap)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora