Açıklama

14 3 29
                                    


Boğulmadım. Artık üşümüyordum da. Kalın örtülerle sarıp sarmalanmış, bana az buçuk tanıdık gelen bir yatakta yatıyordum. Oda Viktoryan çağdan kalma bir müze gibi görünüyordu.

"Lee?" diye seslendim.

"Buradayım."

Yatakta döndüm, gerçekten de: Orada oturuyordu. Londra gürültüsünü içeriye dolduran pencerenin önündeki bir koltukta.

"Mildred beni çağırdı ve Ciaran da seni buraya getirmeme yardım etti. Nasıl hissediyorsun kendini?"

Elimle kafamın arkasını, vurulan yeri yokladım. Şişlik yok olmuştu, baş ağrım da öyle, hatta çektiğim tüm diğer ağrılar da. "İyi. Herhalde bunu sana borçluyum."

Gülümsedi ama mutlu bir gülümseme değildi. "Aç mısın?"

Kurt gibi acıkmıştım.

Gözlerimden okuyup ayağa kalktı. "Hemen dönerim."

"Lee!" diye seslendim kapıya vardığında. "Ne kadar zamandır yokum?"

Alnını kırıştırdı. "İki gündür."

"O kadarcık mı?" diye sordum şaşırarak. Aslında "Çok şükür" demeliydim. Neredeyse üç haftaya yetecek kadar olaylı geçen iki gün. Yatmaya devam edebilir miydim acaba? Ama sonra Lee'yi gördüm ve her şey üzerime çullandı yine. "Ne işim var burada?"

"Mildred..."

"Onu demek istemedim. Burada ne işim var? Berkeley Meydanı'nda, senin evinde?"

Lee yine arkasına yaslanıp dikkatle beni inceledi. "Burada annenin sorularından biraz olsun kaçabileceğini düşünmüştüm."

İnanamayarak gözlerimi kıstım.

Lee iç çekti. "Peki tamam, seninle rahatsız edilmeden sakince konuşmak istedim."

Örtüyü üzerimden atıp kalkmaya yeltendim.

"Lanet olsun, Fay, sen tanıdığım en dik kafalı kızsın."

"Evet, çünkü diğerleri senin enerjine kapılıp ne dersen onu yapıyorlar. Bunu yapmayan ilk kişi benim" dedim öfkeyle ve giysilerimi aradım. Karşısında iç çamaşırıyla durmam umurumda bile değildi. (Mildred'ın bir keresinde bana getirdiği yünlü, sıcak tutan iç çamaşırları.)

"Giysilerini temizleyiciye verdim."

Lee benim boşuna aranmalarımı hafiften keyiflenerek izliyordu.

"O zaman başka bir şeyler bul bana. Beden ölçümü bildiğini biliyorum. Florence'i mi arayayım yoksa?"

"Sen kesinlikle sabah insanı değilsin Morgan" dedi yerinden bir santim bile kımıldamadan.

"Dert etmene gerek yok FitzMor. Bunu görmek için bir daha asla benim yanımda uyanmayacaksın." Dolaba gidip bir sabahlık buldum. Yakaları işlemeli, şarap kırmızısı pelüştendi. Ve çok uzundu. Yatmadan önce viskisini yudumlayan zengin bir toprak sahibinin giydiği türden bir ropdöşambırdı.

"Çok seksi" dedi Lee övgüyle kaşlarını kaldırarak.
"Otur. Doğru dürüst konuştuktan sonra getireceğim kıyafetlerini. Önce sana yiyecek bir şeyler getireyim. Açken felaket çekilmez olduğunu çoktan anladım" deyip gitti.

İyi yaptı yoksa parfüm şişesini kafasına fırlatacaktım. Yine yatağın üstüne oturup pencereden çimenlerin yeşermeye, ağaçlardaki yaprakların tomurcuklanmaya başladığı Berkeley Meydanı'na baktım. Sadece iki gün. Neyse ki daha fazla değil. Müzedeki işimi kaybetmeyi hiç istemezdim ve yarın yine çalışmam gerekiyordu. Ah hayır! Bugün! Neyse ki saat dörtte. Bunun dışında anneme bir söz vermiştim ve sözümü tutmak istiyordum. Öte yandan özümsemeye çalıştığım o kadar çok şey vardı ki biriyle konuşmak istiyordum. Sadece Lee'yle konuşabilirdim. Ondan başka kimse beni o kadar iyi tanımıyordu. Ve ondan başka kimseye o kadar güvenmiyordum. Araya mesafe koyup konuşabilirdik. Beni tarafsız bir şekilde dinlemesi için.

PAN'IN SAKLI SEMBOLLERİ (3. Kitap)Where stories live. Discover now