6

26 6 16
                                    

Konuşmalar birbirine karışmıştı. Birden fazla insanın sesi vardı ama ben onun sesini yanan bir ışığa odaklanmış gibi yakalamıştım. Son anda aklımda kalan kadar korkutucu değildi, ilk gördüğümde duyduğum kadar güzeldi.

Güzel... İçimde kocaman bir boşluk varken neyin güzel olduğunu nereden bilecektim ki? Biliyordum işte o güzeldi. Daha doğru bir tabirle onun sesi çok güzeldi. Susmuştu şimdi.

Yanımda beliren karartı yüreğimi ağzıma getirmişti "Ne düşündüğünü biliyorum." nasıl oluyordu da beni her koşulda yalnız bırakıp sonra hiçbir şey olmamış gibi geri geliyordu "Burada ne işin var Dada?" giyindiği uzun siyah elbisesi ve belinden aşağı uzanan uzun siyah saçları, baktıkça geceyi andırıyordu "Sarışın olmak yakışmış. Eve gittiğimiz zaman lens ve boya almalıyız." tamamen hayalden ibaret bir yere mi gelmişti yoksa rüyama mı girmişti diye düşünürken atların delicesine kişnemesi bir adım geri gitmeme sebep olmuştu. Karanlık ahırın içinde hareket eden bir şey vardı fakat gözle görmek imkânsız gibi bir şeydi "Sakın içeriye girme Dada! Orada bir şey var." dudaklarını birbirine bastırmıştı.

Saçlarımdan başladı ve gözlerini yavaş yavaş aşağı indirdi. Beni süzmesi bittiği zaman gözleri baygınlaşmıştı. Adımını içeri attığı an ahırdaki atların hepsi susmuştu. Eteğinin uçlarını topladı ve karanlıkta tamamen kayboldu. Onu bu şeklide yalnız bırakmak vicdanıma bile kabul ettireceğim bir şey değildi. Hiç düşünmeden peşinden gitmiştim. Zemine yayılmış otların hışırtısını takip ediyordum "Nereye gidiyorsun Dada?"

Olduğum yerde daire çiziyordum sanki. Rüzgâr esiyordu içeriye doğru. Arkamdaki nefesi hissettiğim an durmuştum "Hiç hoş bir şey değil bu Dada." gözlerim kapalı, başım yere eğikti "Anahtar, çarmıhın altında." nefesimi tutmuştum o an. Gözlerimi hızla açıp başımı kaldırdığım anda kapının orada ellerinde kovalarla bekleyen Dadayı görmüştüm. Korku, yerini mide bulantısına bırakmıştı.

Burnumun kemikleri sızlıyor, aldığım hızlı nefesler yüzünden başım dönüyordu. Dada, karanlık yüzünden beni göremiyordu fakat kapının orada durduğu için ben onu çok net görüyordum. Dışarı çıktığımı düşünmüş olacak ki gözleri dışarıyı arıyordu. Dizlerimin üstüne düştüğüm anda ellerime batan samanların acısı bile çok hafif geliyordu "Bay Hektor, Apolline kiliseye girmiş olabilir mi?" çenem tutulmuş gibiydi, ağzımı açamıyordum.

Hektor, cebinden çıkardığı köstekli saate baktı ve kavisli kaşları çatıldı "Sadece on dakika önce buradaydı. Bu kadar hızlı bir şekilde malzemeleri ve suyu alması imkânsız. Peşinden girmiş olabilir mi?" saati cebine geri koyarken ahıra doğru adımını atmıştı. Konuşamamak ve hareket edememek o kadar zordu ki ciğerim ağrımış, çenem tamamen kasılmıştı. Dada, onun içeri gelmesini istemiyor gibi hareketler sergiliyordu, kolunu sıkıca tutmuştu "Apolline oraya girecek kadar cesaretli değil. Malzeme alacağı zaman sürekli beni gönderirsiniz peşinden. Unuttunuz mu?"

Nefessiz kalıp sönen ciğerimi oksijenle doldurduğum an dudaklarımdan küçük bir inilti kopmuştu. Sesi duyar duymaz durmuş ve içeriyi dinlemişti. Birkaç saniye sonra içeri giren Hektor, ahırın ışıklarını yakmış büyük adımlarıyla yanıma gelmişti.

Gözlerim ışığı algıladığı anda burnumdan açılan kan, ellerime akıyordu "İçeri girerken neden ışığı yakmadığını sorabilir miyim Dada?" bağırdığı anda zihnimde canlanan tek şey karanlığa göğüs gerdiği an olmuştu. Ayaklarını yere vurarak kendini büyütmeye çalışması ve hayatım boyunca yapamayacağım şekilde bağırması... Onu düşününce sakinleşmiştim. Fakat Onun bağırmasına karşılık dilini yutmuş gibiydi Dada "Efendim..." elindeki her şeyi yere bırakıp tekrar içeri koşmuştu "Ben yaktım, işim bitince söndürdüm." Hektor pek inanmış gibi değildi fakat aklına gelen bir şeyle dondu kaldı ve birkaç adım attıktan sonra geri döndü "Toparlanın ve işe başlayın. Tanrının evinde olduğunuzu unutacak yaşı geçtiniz." farklı bir bedende de olsam insan seçimim yanlıştı.

SESSİZ GECETahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon