34

4.1K 450 155
                                    

oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdandım. canım sıkılmıştı ve neden saha yerine evde olduğumu sorguladığım ama yayıldığım yerden de milim kıpırdamadığım o anlardan birindeydim yine. aslında cevap o kadar basitti ki.

süregelen bir başka olaysa, taehyung gün boyu soğuktu. aradığımda toplantı var diyerek geçiştirip mesajlarda da buz gibi yanıtlar vermişti. bu yüzden onun evine gelip yalnızca televizyon ışığında boş boş onu bekliyordum. saat gece yarısına varmak üzereydi. beyefendi hâlâ yoktu ve ben ufaktan şartellerin attığını hissediyordum.

"bu ne biçim hayat amına koyayım."

söylenerek kafamı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım sıkıca. eş zamanlı olarak kapının açılma sesi gelmişti. nihayet. ayaklanıp doğruca kapıya yönelttim adımlarımı. taehyung ceketini çıkarmış, vestiyere rastgele bırakıp bana dönmüştü.

yüzündeki ifade olduğum yerde kalmama sebep olduğunda kaşlarımı çattım.

"ne bu hâl?"

"yorgunum jeongguk."

kravatını çekiştirerek yanımdan geçip salona girdi. ben de arkasından.

yorgun olduğu günlerde asla böyle davranmaz, aksine bana gelir uyurduk.

"gün boyu durgundun taehyung, inanmamı bekliyorsan çay da getireyim." dedim gülercesine.

sertçe bana döndüğünde dip dibeydik. pekâlâ, hazırım.

"yorgunum dedim."

"siktirme yalanını." dedim dişlerimin arasından. sahiden de yalandı. kim, hangi dizi ya da kitap karakteri buna inanırdı ki sahi?

bir süre öylece baktıktan sonra o cümleleri kurdu.

"hayatın hakkında bilmediğim kaç yalan var daha?"

"ne?"

"eski sevgilin şirkete geldi bugün."

benden uzaklaşıp kanepeye oturduğunda bacak bacak üzerine attı. bense, duyduğum şeyin şokunu onu ağzı açık seyrederken atlatmaya çalışıyordum.

"bana servetini nasıl kazandığını anlattı mesela." dedi alay edercesine.

o an öyle iğrenç hissettim ki kendimi, taehyung'un gözlerinde bilmediğim bir his vardı. vernon ona ne sikim söylediyse bakışları değişmişti bana karşı. içimdeki ağırlık yavaştan belli ediyordu kendini.

"ne sikim söyledi sana?" dedim karşısına geçerek. baştan aşağı süzdü beni.

"hırsızlığa gerek var mıydı sahiden, bu kadar mı gözün döndü?"

pekâlâ, hangi dizide rol aldıysak mükemmelin ötesinde bir senaryo ile baş başaydım şimdi. dram üzerine dram, olay üzerine olay. yönetmenin psikolojik sıkıntıları vesilesiyle yazılmış mükemmel bir senaryo.

olabilirmiş gibi kaşlarım daha çok çatıldı.

"ne hırsızlığı, ne saçmalıyorsun sen?" dedim şaşkın bir ifadeyle.

"araba yarışı dediğin olay insanların hayatıyla oynayıp onları dolandırmak mıydı?"

güldüm. evet, bildiğiniz gür bir kahkaha attım. hadi ama dostum, benden bahsediyorduk. her siki yiyen ama gururu zedelemeye tek harekette bulunmayan ben.

"ve sende sevgilin yerine ona inandın öyle mi?" dedim aynı alaycı ifade ile. dizi repliklerini söylüyor gibi hissettiğimi inkâr etmek istiyorum.

"mantıklı gelmiyor çalışarak aldığın gerçeği, şüpheleniyordum zaten."

olduğum yerde yeniden buz keserken sinir yavaş yavaş kanıma yayılmaya başlamıştı. hırsız muamelesini de siktir ettim, her şeyimi verdiğim adam bana inanmayı istemiyordu bile.

smoke symphony |tkWhere stories live. Discover now