12.Gerçeklerin Perdesi

166 6 2
                                    

İğneyi görmemle canımın yanmasına aldırmadan çırpınmaya başlamıştım. Kemiklerim sızlıyordu ama benim şu an pekte umrumda değildi çünkü gördüğüm iğne düşündüğüm şeyse şu an canımın yanmasının pekte bir önemi yoktu.

"Bırakın! Hayır yaklaşma, yaklaşma bana! Bırak! Bıraaak! "

"Uzak dur! Uzak dur benden!"

Sesim deponun duvarlarına çarpıp geri dönüyordu.  Kendi kulak zarımı bile patlatıcak gibi bağırıp, çırpınıyordum ama nafile. Adam beni umursamadan rahat tavrını koruyarak iğneyi eline aldı.

Artık Demir'in sesini duymuyordum. Bağırıyor bir şeyler söylüyordu ama benim dikkatim tamamen iğnedeydi.
Adam arkama geçti ve iğneyi enseme gelişi güzel batırdı. İğneyi vurduğu yerden acı ve sızı ayak parmaklarıma kadar geldiğinde avazım çıktığı kadar bağırdım.  Beynim uyuşmuştu sanki. Bedenim bir an titremeğe başladı. Yaklaşık iki dakikanın sonunda titremem durduğu sırada dışardan silah sesleri gelirken deponun kapısı açılarak içeri ateş edildi. Sadece bir kaç dakika içersinde yüksek sesli, göz gözü görmeyen bir çatışma başladı.

Kolumdan biri tuttuğu esnada ağzımdan acı bir inleme çıktı.
Kolumdan tutan kişiye baktığəmda Demir olduğunu gördüm. O da yara bere içersinde kalmıştı.  Ama benden daha iyi bir durumdaydı. Benide alıp depoyu ayakta tutan paslı direklerden birinin arkasına saklandı.

Elindeki silahla hiç durmadan ateş ediyordu. Olduğum yerden etrafıma baktığımda, bana o iğneyi yapan alçak
Demir masayı yan yatırp arkasında duruyordu. Yanında da altı koruma vardı. Hızla Demir'e döndüm.

"Bana bir silah ver. "
Afallayarak bana baktığında bakışıcak zaman olmadığını biliyordum.

"Yüzüme öyle bakma bana bir silah ver! "

Kendine gelip bakışlarını etrafta gezdirmeye başladı.

"Kıvanç! "

Sol çarprazımızda duran sarışın, 1,85 boylarında yeşil gözlü adam bize doğru döndüğünde Kıvanç'ın o olduğunu anlamam zor olmamıştı.
Demir ondan bir silah aldığında vakit kaybetmeden silahı elime aldım.
Bizim sayımız azdı ve çatışmada zaten az olan adamlar neredeyse tamamen yoktu. Yavaş yavaş kaybediyorduk.
Elimde his ettiğim elle bakışlarım yanımdaki adama kaydı ama o bana değil çaprazımızda duran Kıvaç'a bakıyordu.

"Onun yanına gitmemiz lazım."

Elimi daha sıkı tuttup hızla öne atıldığında ne olduğunu anlamadım bile. Sadece sol bileğimdeki dehşet verici acıyla bir çığılık atarak yere yığıldığımı ve kafamın sağ tarafına gelen kurşundan sonraki iki kurşunun bilincimi kaybetmeme neden olması bir kaç dakika sürmüştü.

Şu an tek bir şey vardı.. Acı sadece acı.

Üç harf tek hece ama bir ömür.
Üç harf tek nefes ama son nefes.
Üç harf bir çığlık ama o çığlık kaç sessiz çığlığı taşıyor kim bilir.

Duymak istemeyenler sağar olur bizim ruhumuza ilmek ilmek işlenen bu acı çığlıklara.
Bizim kulağımızı çınlatan sesiz çığlıkların seslisini bile umursamıyor bu dünya, ne diye düşünsün ki ne kadar acı çektiğimizi bu insanlar.

Onlar sadece paranın sesini duyar,
Düşünmeden kimin canını yakarlar kimin canını alırlar kimi yaşarken yaşayan ölüye çevirirler işte bunların hiç birini düşünmezler.

İnsanların hepsi farklı bir şey düşünür ama hep aynı yerde ortak olurlar, hep aynı şeyleri yaparlar.

Bu kötü dediği şeyi yapar sonra mecburum hayat böyle, hayat acımasız mecburum derler. Oysa acımasız olan hayat mı ki?
Değil hayat acımasız değil. Düşünsenize insanlar bir birine yardım etse ya da bir başkasını kendi çıkarları için cansız bir eşyaymış gibi kullanmasa yine 'Hayat kötü' mü derler? Hayır,hayır bu tamamen saçmalık.

Yıkılmış Hayatların Kırık KalpleriWhere stories live. Discover now