Bölüm 3: Fırtına Ormanı

9 3 0
                                    

Sıcak bir banyodan sonra derim yumuşacık olmuş ve eski beyazlığına dönmüştü. Hizmetlilerinde getirdikleri elbise ile tam bir soyluya benzemiştim. Saçlarımı da yapmak istemişlerdi ama ben açık kalmasını istemiştim. Zaten saçlarım omzuma bile zor yetişiyordu. Elbise siyah renkteydi ve kollarının en ucunda kırmızı renkli şeritler vardı.

Kapı çalındığında elbisemin üzerinde ellerimi gezdirerek son rütuşları yaptım.

"Hazır mısın?" bu ses Mion'dan başkasına ait değildi. Sanırım bana eşlik etmek için gelmişti.

"Evet" dediğimde yanıma yaklaşıp aynada ki bana uzunca baktı.

"Çok güzel olmuşsun" gözlerini hayranlıkla aynadan ayırıp bana çevirdi.

"Teşekkür ederim" yanaklarım kızarmıştı. Utanmıştım. Aldığım iltifatlar beni her zaman utandırırdı.

"Seni bekliyoruz. Hadi kral ve kraliçeyi fazla bekletmeyelim" söylediği son cümleyi alay ederek söylemişti. Kıkırdadığında ben de yüzüme keyifli bir tebessüm yerleştirdim. Kolunu beline yaslayarak üçgen şeklinde bir aralık bıraktı ve bana yaklaştı. Ben de kolumu o aralığa geçirerek koluna girdim.

"Hadi gidelim" göz göze bakıştığımız süre sonrasında odayı terk ettik. Uzun koridoru arşınlarken iblisler ile savaştığımız salona yetişmiştik bile. Salonun ortasında uzun dikdörtgen şeklinde bir masa kurulmuştu. Salonun en tepesinde ki pencerelerden yalnızca dört tanesi açıktı. Dört ayı da tam görebileceğimiz şekilde. Ay ışığının da meşalelerle aydınlattığı salon masada ki yemeklerin kokusu ile fethedilmişti.

"Lütfen masaya otur, Gardiyan Miona" ben salonu incelerken bakışlarımı ona çevirmiştim. Mion onlara adımdan bahsetmiş olmalıydı.

"Teşekkür ederim" Mion bana sandalyemi oturmam için çekerken gülümsemiştim.

Masada ki rengarenk ve birbirinden güzel görünen yemeklerden gözümü alamazken tok ve tanıdık bir ses konuşmaya başladı. "Bizi o canavarlardan kurtardığın için sana müteşekkiriz" dedi kraliçe.

"Benim için şerefti majesteleri" başımı eğerek saygı göstergesinde bulundum.

"Mion bize senden biraz bahsetti. Ve neden burada olduğunu biliyor olmalısın" bu sefer konuşan Mion'a çok benzer olan babasıydı. Kral başında ki taçla beraber ben kralım diye haykıran bir surata sahipti.

"Biliyorum, majesteleri" konuşmadan yalnızca onaylamaya çalışıyordum. Saygısızlık etmek istemiyordum.

"Güzel, o halde buraya gelmenin sebebinin de diyarı kurtarmak olduğundan haberin var" söylediklerine karşın sertçe yutkunarak başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım. İlk geldiğimizde o kadar tedirgin değildim ancak şu an ayaklarımın titrememesi için zor dayanıyordum.

"Sana bir şeyi ispat etmemize gerek yok sanırım." kraliçe bu sefer bütün ciddiyeti ile konuşmuştu. Kral da elinde ki çatalı önünde ki bir yemeğe daldırarak ağzına bir lokma aldı. "O canavarları kendi gözünle gördün ve bizzat savaştın" ispat etmek istemediğini söyledi ama bir şey ispat etmeye çalışır gibi bir ses tonu vardı.

"Evet, gördüm majesteleri" memnuniyetle salladı başını kraliçe.

"Bu saray yüzyıllardır kabus aleminin yaratıklarına karşı güçlü bir büyü ile korunuyordu. Hatta bütün rüyalar alemi korunuyordu. Ancak nasıl olduysa saraya giriş yapıp bizzat kral ve kraliçenin yani bizim canımıza kast ettiler" bu sefer sesinde değişik bir şüphecilik vardı.

"Ve o büyü bozuldu demek oluyor bu" konuşmaya devam eden kraldan başkası değildi. Ben ve Mion susup dinlemekten başka bir şey yapmıyorduk. "Ama senin gardiyan kolyen sayesinde artık o büyüye ihtiyacımız olmayacak" kralın bu sözleri karşısında kaşlarımı anlamaya çalışarak çattım. "Üstünde altın kanatlı bir şahin deseni olan o kolye" anneannemin bana hediye ettiği kolyeden bahsettiğini işte şimdi anlamıştım.

Rüyada Hapsolmuş GerçekWhere stories live. Discover now