Bölüm 5: Yoldaş

4 2 0
                                    

Kasabadan çıktığımızdan beri Mion'un ağzını bıçak açmamıştı. Onu kandırmıştım. Ama buna mecbur kalmıştım. Kasabadan çıkalı neredeyse altı saat olmuştu. Öylece atlarla ilerliyorduk. Güneş tepedeydi. Yeni yeni doğmaya başlamıştı. Dün gece o ateşin neden olduğunu bile sormamıştı. Sorsa da söyleyebilir miydim bilemiyorum.

"Sanfar'a ne zaman yetişiriz?" en sonunda bu sessizlikten sıkılıp konuşmaya karar verdim. Ama Mion cevap vermiyor yüzüme dahi bakmıyordu. Bunu hak edecek kadar büyük bir şey yaptığımı düşünmüyordum. "Mion?" duymamış olma ihtimaline karşı tekrar konuştum ama benimle yine konuşmadı. "Bir sorun mu var?"

"Üç gün sonra kasabaya yetişiriz" hızlı ve net bir cevaptı. Genelde cevapları eksik ve bir daha soru sormamı gerektiren türdendi. Ama bu sorulara oldukça kapalı bir cevaptı.

"Neden konuşmuyorsun, Mion?" derin nefes aldım.

"Konuşuyorum" hala yüzüme bakmadan gözlerini ileri doğru dikmişti.

"Öyle değil" bu sefer sesimi bıkkınlıkla çıkararak çıkıştım.

"Nasıl?" sorduğu bu soruları öyle isteksiz soruyordu ki beni bile soğutacak türdendi.

"Böyle işte" atın üzerindeyken halatı iki üç defa çektim ve atımı hızlandırdım. Atım onun atının önüne geçtiğinde halatı sola çektim ve tam onun atının önünde durdum. "Ne olduğunu anlatacak mısın?" kollarımı her iki yana açtım. Bu sorunu gerçekten çözmek istiyordum çünkü üç günlük yolculuk boyunca bu şekilde çok sıkılırdım.

"Bir şey yok. Sadece yorgunum" gözlerini devirerek verdiği bu cevabın yeterli olduğunu düşünüyorsa yanılıyordu.

"Sadece?" başka bir şeyler olduğuna adım kadar emindim.

"Gerçekten öğrenmek istiyorsan dinle!" ısrarlarım sebebi ile sinirli bir şekilde konuşmuştu. "Bana yalan söyledin, Miona" haklıydı ama bu o kadar büyütülecek bir mesele değildi.

"Ben sadece..." elini havaya kaldırarak beni susturdu.

"Öğrenmek istiyordun o zaman şimdi dinle" emir almaktan hiçbir zaman hoşlanmadım, haklı olduğum zamanlarda. Bu konu da hakkını yemeyecektim gerçekten yalan söylemiştim ama bunu onun için yapmıştım.

"Başka bir yol bulduğunu söyledin ama çıkmadın." derin bir nefes alarak sesini kıstı. "İçeri de ya sana bir şey olsaydı?" ellerini hava da daireler çizecek şekilde sallıyordu.

"Ama bir şey olm..." tekrar benim konuşmamı bölerek konuştu.

"Ama olabilirdi" bu sefer öyle sert bağırmıştı ki benim de sinirlerimle oynamıştı.

"Bu seni neden ilgilendiriyor ki?" bağırmasına karşılık ben de bağırmıştım. "Biz yalnızca diyarın iyiliği için yolculuk yapan iki yabancıyız." bunu söylediğimde yüzünün düştüğünü görmemek için kör olmak gerekirdi.

"İki yabancı öyle mi?" sesi bu sefer biraz öncenin aksine kısık ve hüsrana uğramış bir şekilde çıktı.

"Evet, İki yabancı başka bir şey değil" asla geri adım atmıyordum. Şu an ağzımdan dökülen hiçbir kelimeyi tartmıyordum.

"Öyle mi düşünüyorsun?" sesini alçaltmış olması beni asla sakinleştirmiyordu. Sonuçta yalan söylemeseydim o beni bekleyecek ve belki de yanarak ölecekti. Eğer ben çıksaydım o anne ile çocuk ölecekti. Daha kötüsü bu atel benim suçum olduğu için vicdan azabından ben de ölecektim.

"Evet!" dedim sorduğu soruya karşılık. "Benim yüzümden çıkan yangında o anne ve çocuğu kurtarmak zorundaydım. Anlıyor musun?" sesim eskisi gibi yüksek çıkmasa da tamamen sakinleştiğimi söyleyemezdim.

Rüyada Hapsolmuş GerçekWhere stories live. Discover now