19

2.8K 310 132
                                    

duncan laurence - arcade
mitski - my love mine all mine

duncan laurence - arcademitski - my love mine all mine

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

şükrü erbaş.

Ayaklarım neredeyse bedenime ihanet edecek.

Yaslandığım beton duvarda, gözlerimi karşımdaki kiliseden ayırmadan hareketsizce duruyordum. Gidecek hâlim ve gücüm de yoktu.

Sekiz gün.

Düşünmek ve karar vermek. Bir şeylerin farkına varmak için yeterli ya da yetersiz bir süre. Benim için yeterli, Jimin için bu süreç aylar sürebilir. Annem yıllardır karar veremiyor, babam bir günde karar verdi. Süreç kişiden kişiye, işleme şekli ise insandan insana öyle değişkenlik gösterir ki kimin ne yapacağını bilemezsiniz. Ve hayatım boyunca, nefret denen duyguyu en yoğun hissettiğim şey buydu. Belirsizlik. Seçenek olmak, seçeneklerin olması. Gitmek zorunda bırakılmak ya da kalmana izin verilmesi.

Başım dönüyordu, karşımdaki kilisenin mimarisi gözümde git gide bulanıklaşıyor ve ben bastığım yer ayağımın altından kayacak hissine kapılıyordum.

Yirmi beş aralık, noel. Jeongguk'un anne ve babasının evden gideceğini annemden öğrendiğimde, ne yapacağımı kendim bile bilmiyordum. Gidip Jeongguk'la ne konuşacaktım ki? O benimle konuşmak istiyor mu istemiyor mu bilinmezlikteyken.

Gözlerimi kapattım, hâlâ evden çıkmamışlardı. Jeongguk'un gitmeyeceğini biliyordum, üç gün sonra önemli bir sınavı vardı. Ona çalışması gerekliyken noel tatilini böyle şeyler için harcamazdı, benimle harcar mıydı ya da benimle olması sadece zaman harcamak mı olurdu onun için? Jimin'in git nidaları, annemin bir daha mezarlıkta uyursam Jeongguk ile gidip kendi konuşacağı söylemleriyle kendimi bulduğum yer, yine onun yanıydı.

Açıklamam gereken onlarca şey varken konuşacak gücüm yoktu. Halsizdim, yüksek ihtimalle hasta olmuştum mezarlıktan sonra. Bir hafta kadardır geçmeyen halsizliğim bugün bolca dışarıda durduğumdan tüm bedenime nüksederken soğuk hava tüm bedenimi titretiyordu. Yine de gidecek bir yerim yoktu, Jeongguk neredeyse evim orasıydı.  Çünkü Jeongguk'u nereye koyarsam, evim orası oluyordu. Aklımın en derin noktalarına kadar işleyen çocuğu düşünmeden geçirdiğim her zamandan nefret edişim bundandı.

Eldivenlerimi giymediğimden buz tutan parmaklarımın arasındaki saksıya baktım. Her şeyin saksının içerisindeki küçük, açmaya yüz tutmuş çiçek yüzünden oluşu histerik bir gülümseme yaydı yüzüme. Çiçeği yetiştirmeye edindiğim görevin dilimin ucunu bir iple sımsıkı sarışı kaybetmemize sebep olmuştu. Benim onu, onun beni. Ağırlığı benim boynumaydı, bunun gerçekliği de ona kızmamı engelliyordu.

Kurulan cümleler geri alınamaz, söylenen hiçbir şeyin bazen telafisi olmuyor. Duygusuz bir piçmişim gibi davranmasına rağmen gözlerine baktığımda, günlerdir göz göze geldiğimiz her anda ben de bir şeyler arıyordu. Sanki bedenimi baştan sona inceliyor, görebilecekmiş gibi duygularımı arıyordu. Yaptığı şeyleri anlamak, ikilemde olduğunu hissetmek öylesine kolaydı ki. Ben çocuğumu, oğlanımı tanıyordum. İster bir ay ister bir ömür, benim için önemi olmazdı gözlerim ona değdiği sürece. Ertelemek bir çiçeği bile öldürüyor, gerçeklerden ne kadar kaçabileceğim düşündüğüm onca gecenin ardından bu çiçeğin bir şeyleri engelleyemeyeceğini kendime hâlâ kabul ettiremedim.

agnus dei • taekookWhere stories live. Discover now