5. Bölüm: Üç Nokta

30 6 20
                                    


BÖLÜM-5:

"senin annen baban peki, ailen, ne oldu onlara?" bakmak için fırsat kolladığım gözlerinden bu kez kaçarak cevapladım ayazı

"trafik, kaza, ölüm. öldüler işte." aile konusunda uzun cümleler kuramayacak kadar bilgisiz ve eksiktim. cevabımı kendi içinde tartıp ederini bulmaya çalışırken bi soru daha gönderdi. herkesin uyuduğu bu saatlerde ayazla biz birbirimize uyanmaya çalışıyorduk

"bana sen kimsin diye sordun defalarca ve artık kim olduğumu biliyorsun. peki sen? sen kimsin ebra?" yüzüme vuran gecenin ayazıyla cevapladım

"bak şu gecenin karanlığına, orada ne görüyorsan ben oyum. kendisine ait bir şeyleri olmayan karanlığım ben. birinin karanlığı değil de yalnızca karanlık." kararmış denize bakan gözlerimi izlerken sanki onları ima edermişçesine konuştu

"ben orada, gecenin karanlığında milyonlarca sönmüş, söndürülmüş yıldız görüyorum ama. karanlığın kendisine ait yıldızlar... oradalar ve sadece kamufleler. diğer ışıklar tarafından parlaklığı söndürülmeye çalışılmış her birinin ama yine de varlıkları yok edilememiş." gözlerine bakarak sordum

"karanlık aydınlığı kamufle edebilir mi ayaz, o kadar güçlü müdür karanlıklar?" ustalıkla cevapladı

"karanlık aydınlığı kendisine saklar ebra. en çok onun ihtiyacı vardır aydınlığa ve en çok o kıymetini bilir. bu sebeple en az da o kullanır aydınlığı." dolu gözlerle ve titreyen sesimle konuştum

"bu bir cevap değildi. bi tür avutmaydı ama teşekkür ederim. yalnızlık; hayatında seni yalnız bırakacak birisinin bile olmaması demekse eğer, ben şu an yalnız hissetmiyorum. ama bu bi süre sonra eski halime geri dönmeyeceğim anlamına da gelmiyor." halime üzüldüğünü belli eden bakışları kendimden nefret etmeme sebep olmuştu bir kez daha. benim yalnızlığım eğer gerçek yalnızlıksa, onun varlığının bilgisini dahi kimseyle paylaşmamalıydım çünkü bana göre. 

"söylediğin şarkılarla çelişmek de bi tür ihanet olmuyor mu ya? kendiliğinden gelişecek şeylere diyecek bir şeyimiz yoktu, az önce beraber söylemiştik." diye sordu ayaz

"her şarkı sevildiği için söylenmez bay filozof. bazen sen şarkı söylemezsin de şarkı kendisini sana söyletir. sevmediğin bir şeye yaptığın terslik de ihanet olmaz." arkasına yaslanıp kollarını oturduğumuz bankın iki yanına açtı ve gülümseyerek konuştu bu sefer

"e sen bana ters bir şey yapabilirsin o zaman şu an? ihanetten de saymıyorsun zaten. botanla biz korkmalı mıyız?" dalga geçerek yanıtladım

"bilmem. korkmak değil de kendinizi bana sevdirmeye çalışsanız iyi olur gibi." 

"botan haklıymış desene. bir kez daha yanlışlıkla bile olsa ebrar kelimesini söylerse o çok sayıkladığı şişi yiyebilir." kahkaha atıyordum ve o da beni izliyordu. kendisinde eksik bırakılmış bir şeyi başkalarında yaratıp izlemeyi sevenlerdendi belki de, benim gibi

kahkaham sebepsiz bir şekilde bir süre sonra ara vermeden, geçişsiz bir ağlamaya dönüştüğünde kafayı yediğimi düşündüm. ayaz bir kez daha üzgün gözlerle bana bakarken konuştum

"şimdi ne olacak? canımızı almak isteyenlerden senin bütün canlarını nasıl kurtaracağız?" ayaz kısaca açıkladı

"sen bir şey yapmayacaksın. benim bir canım daha eksilsin istemiyorsan sadece kendini koruyacaksın ve kalan her şeyi biz halledeceğiz. kimseye zarar gelmeden." korkarak sordum

"ya sana, size bir şey olursa? ya sende kalan son canını da senden alırsalar?" gözlerinin içine bakmıştım bu soruyu sorarken. gözleri titrerken tereddütlü bir şekilde soruma soruyla karşılık verdi

"üzülür müsün?" dedi ve ekledi 

"bana, bize bir şey olursa..." 

GİRİFTWhere stories live. Discover now