xxviii

433 62 98
                                    

*******************************

jeongin

"jake, ben gittim!"

ceketimi ve hyunjin'in gönderdiği çiçeği alırken bir yandan da el salladım jake'e. bugün erken çıkmak için izin almıştım, eve gidip kafa dinleyecektim biraz. epey yorulmuştum.

fakat eve gidip sıcacık yatağıma uzanma hayallerimi bir anda elinde orkide buketiyle önümde beliren hyunjin bölmüştü. onu görür görmez panikle arkama sakladım çiçeği.

"aa jeongin nasılsın?"

ben hyunjin'e şaşkın şaşkın bakarken arkasından minho hyung çıktı ve kolumu patpatladı. bakışlarımı ona çevirip şaşırdığımı belli etmemek için gülümsedim. konuşurken hyunjin yokmuş gibi davrandım.

"iyiyim hyung, sen nasılsın?"

"çok harikayım ben. jisung geldi mi, gördün mü?"

heyecanlı heyecanlı konuşması gülümsemin büyümesine neden oldu. yerinde duramıyor, etrafına bakınıp duruyordu.

"hayır gelmedi ama gelir birazdan herhalde."

"tamamdır, ben içeri gidiyorum."

gitmeden önce hyunjin'le bakıştı ve yandan bir gülüş atmayı ihmal etmedi.
ben ise çiçeğimi göstermemeye çalışarak hyunjin'in bulunduğu tarafın tam tersine doğru yürümeye başladım. hiç onunla konuşmaya hazır değildim ama o bildiğimiz çiçek buketiyle resmen benim kapıma kadar gelmiş.

omzumdan tutup "jeongin," dedi. yürümeyi durdurdum fakat bakmadım yüzüne. "konuşabilir miyiz?"

kafamı ona doğru çevirdiğimde bildiğimiz yalvaran gözlerle bana baktığını gördüm. elinde orkideyle, yani en sevdiğim çiçekle, ayağıma gelmiş bir de masum masum bakıyor bana. yelkenleri suya indirmemem gerektiğini biliyordum fakat bu görüntü karşısında "hayır" demek gerçekten çok zordu. öte yandan son konuşmamızda batırmıştı, beni hâlâ kullandığı apaçık ortadaydı. bu yüzden derin bir nefes aldım ve tam onu reddetmek için ağzımı açmıştım ki "lütfen..." dedi incecik ve yumuşak çıkan sesiyle. açtığım ağzımı geri kapatıp "peki..." dedim. dayanamadım.

onayladığımı duyar duymaz sevinçle yerinde zıpladı resmen. eliyle onu takip etmemi istedi ve arabasının yanına geldik. kapıyı bana açtığında bindim. orkide buketini hâlâ elinde taşıyordu.

kafamı cama yaslayıp beni nereye götüreceğini bekledim. camın yansımasından arada bana baktığını görebiliyordum fakat ben hiçbir suretle bakmadım ona. sonunda en son konuştuğumuz yere, sahile getirdi beni. geceleyin çok daha güzel oluyordu buralar.

araba durduğunda indim aynı onun gibi. sabah gönderdiği çiçeği saklamaya çalışmadım. zaten görmüştü, bu yüzden elime aldım inerken. önceden oturduğumuz banka geldik. etrafta o kadar ışık olmadığından gökyüzündeki yıldızların ve ayın ışığı sakin denize yansıyordu. hafif rüzgâr hyunjin'in saçlarını savuruyordu, yüzündeki gülümseme ve gözünlerindeki parıltıyla denizi izlerken çok güzel görünüyordu.

gözlerini kapatıp kafasını arkaya eğerek temiz havayı içine çekti. ardından bana döndü ve tekrar gülümseyerek elindeki orkide buketini bana uzattı. sabah gönderdiği buketi elimde görünce büyüdü gülümsemesi. itiraz etmeden aldım uzattığı çiçeği zira esen rüzgâr zaten yorgun olduğum için daha da sersemletti beni. aslında, hyunjin'in gülümsemesinde sıcaklık bile mayıştırıp sarhoş edebilirdi insanı. karşı çıkamayacak kadar dalgındım.

"atmamışsın çiçekleri..."

bakışlarımı ona çıkardım. sesimin ciddi çıkmasına dikkat ederek "atacaktım, vakit olmadı." dedim. "cidden mi?" der gibi tatlı bir bakış atıp kaşlarını kaldırdı.

entrancing / hyuninWhere stories live. Discover now