9.Bölüm

132 9 9
                                    

Metehan, ne kadar büyük bir komutan olduğunu göstermiş, taktikleriyle kendi ordusundan on kat büyük bir düşmanı dize getirmişti. Kuşatma sonrasında Çin İmparatoru Gaozu, köşeye sıkışmıştı. Bu kez kähininin tavsiyelerine kulak asmayarak Metehan'ın teslim ol çağrısını olumlu yanıtlarıştı. Metehan ve Gaozu'nun imzaladığı Baideng Antlaşması ile Çin İmparatorluğu Türklere vergi vermeyi kabul etmiş ve barış sağlanmıştı.

Günler önce habercinin getirdiği müjde Türk obasında sevinçle karşılanmıştı. Balkır Hatun Çeribaşı ağır yaralandığı için Komutan Baturgan'dan yardım alarak hazırlıkları tamamlamıştı, Kiok, babasının anlatacağı savaş maceralarını dinlemek için sabırsızlıkla bekliyordu.

İkindi vakti sürekli ufka bakan Kiokun dikkatini bir toz bulutu çekti. Hemen yüksekçe bir yere çıkıp elini gözüne siper edip toz bulutunu takip etmeye başladı. Evet geliyordu. Kahraman Türk ordusu bozkırın ortasın da gururla yürüyordu.

İnsanlık tarihinin göreceği en büyük onuncu imparatorluğu kuracak olan babası Metehan en öndeydi. Sağında komutanları, solunda Mavi Ay vardı. Kiok bir yandan sevinçle haykırırken diğer yandan el sallıyordu. Babası da onu görmüş olacak ki binlerce kişilik Türk ordusu hücuma kalkmışçasına obaya doğru koşuyor, atlar kişnemeleriyle bozkırı inletiyordu. Bekleyenin de gelenin de yüzü gülüyordu, ama asıl şenlik ordu obaya varınca başladı.

Askerler kendileri için hazırlanan sofralarda ziyafet çekiyor, şarkı söyleyip eğleniyorlardı. Metehan, ailesi, komutanları ve Mavi Ay'la birlikte otağındaydı.

- Ailem, silah arkadaşlarım ve can borcum olan yiğitlerim! Yaradanım hize bahşettiği bu zafer için sonsuz şükürler olsun. Birlik olduk, gayret ettik, cesaret gösterdik ve kazandık: ama bu bizi rehavete sevk etmesin. Düşman her zaman kılıçla, okła kast etmez canınıza. Hediyelerle, güzel sözlerle sızar aranıza, ufak ufak zehirler kanınızı. Unutmayın, su uyur ama düşman uyumaz. İlkemiz değişmesin.
Güneş tuğumuz, gök de çadırımuz olsun!

Büyük Hakanın konuşması bitince bir sessizlik oldu. Herkes söylediklerinin derin anlamını düşünüyordu. Sessizliği Arda'nın hoşaf içme sesi bozdu. Metehan dahil herkes ona dönüp bakınca mahcup bir yüz ifadesiyle elindeki bardağı yavaşça tepsiye koydu.

- Şey Hakanım ben bitirdiniz sanmıştım

- Hakkımızdır yiğidim! Yeterince koştuk. yeterince konuştuk. Artık yiyip dinlenme vaktidir. Haydi bakalım...

Metchan'm misaadesiyle yemekler yenmeye, şerbetler içilmeye başladı. Herkes savaşta şahit olduklarını, düşmanı nasıl alt ettiklerini anlatıyordu. Bu şekilde vakit ilerlemiş, sofradakiler rahatlamış, muhabbet koyulaşmıştı. Ancak İskender' in içinde bir huzursuzluk vardı. Şerbet içtiği bardağı bırakıp dışarıdan gelen fısıltılara kulak kesildi. Tanıdık bir ses "Kılıçlarınızı ve oklarınızı hazırlayın" diye talimatlar veriyordu. Bu ses İskender ve Asya'ya tuzak kuran, Çin imparatoru Gozuya kähinlik yapan Zamanbozan'dan başkası değildi.

İskender bir şey söylemeden rüzgâr gibi çıktı çadırdan. Onu Sinan, Asya, Elif ve Arda takip etti. Dışarı çıktıklarında etraf karanlıktı, çadırın önünde nöbet tutan askerler kaybolmuştu. İskender gözlerini kapatmış çevrevi dinliyordu.

- İskender ne oldu kardeşim? Nedir seni endişelendiren?

- Zamanbozanlar burada Sinan ve saldırmak üzereler...

İskender daha cümlesini bitirmemişti ki bir düzine alevli ok onlara doğru havada süzülmeye başladı. Sinan, çadıra dayalı bir kalkanı kaptığı gibi kaldırdı. Asya ve Elif de bu kalkanın arkasına siper aldılar. İskender kendisine gelen oktan eğilerek kurtuldu. Diğer oklar çadırın çevresine saplanırken herkesin gözü Ardaydı. Arda gözlerini kapatmış, çıkarken sofraya bırakmayı unuttuğu bir et parçasını ileriye doğru uzatmıştı. Şansı yaver gitmiş, ona doğru gelen ok kalbine değil elindeki et parçasına saplanımıştı.

Tozkoparan İskender Kurt Kapanı Where stories live. Discover now