1

175 23 42
                                    

günüm nasıl geçmiş olursa olsun, eve döndüğümde huzur buluyorum. kapıyla aynı anda, kurumuş çatlak dudaklarım da ufak bir sızıyla aralandı. kendimi "ev.." diye mırıldanırken buldum, "sonunda vardım."

oysa bahsettiğim şey dört duvar değildi, hatta yalnız kaldığımda kendi dağınıklığım üstüme üstüme gelip beni boğuyordu bu daracık yerde.

anahtarımı öylesine girişteki masaya fırlattım. evde dışarıdan gelen loş, sarı bir ışık dışında hiçbir lamba yanmıyordu. ahh, sözde ev arkadaşım ve yarasa hayatı.. ışık yok, ses yok. bazen evde mi değil mi çözemiyorum.

itiraf etmem gerek, bu da odasına girmek için bana harika bir bahane oluyor.

kendi odama uğramadan, üstümü bile değiştirmeden ilk işim onun varlığını teyit etmek olmuştu. kapısında birlikte yaşamaya başladığımız günden beri asılı duran kocaman "rahatsız etme" yazısını görmezden gelip kolu usulca indirdim.

"haitham?"

ses vermemişti. karanlık odada gözlerimi kısarak yatağında mı diye bakmaya çalışıyordum. anlaşılan ses vermezse beni başından savacağını düşünmüştü. kapıda dikilmemden rahatsız olmuş hâlde "ne var?" diye terslendi sonunda.

"hiiç, burada mısın diye kontrol ettim."

en sevecen sesimle konuşup çantamı yere attım. gıcıktı biliyorum, ama uykusu açılsın da benimle ilgilensin istiyorum. 

etraf o kadar sessizdi ki kendi çıkardığım sese irkilmeden edememiştim. omuzlarım kafama doğru çekilirken "ups, çok pardon," diyerek biraz olsun sempatisini kazanmaya çalıştım. elimden kaymıştı canım.

"kaveh," dedi bıkkınca. "ne istiyorsun?" 'sakarlıklarıma' artık alışmıştı ve hep böyle karşılıyordu.

"çok mu uyuman gerek?" sanki beni görüyordu da, kafamı suçlu bir çocuk gibi yere eğmiştim. "ben geldim."

"evet ve görüyorum." garip zorlanma sesleri çıkararak yatağında döndü, galiba şimdi görmüyordu. huysuz tavırlarını hep yaptığım gibi yoksaydım ve yatağına oturdum. evet, yaklaşınca görebiliyordum artık, arkası dönüktü.

"benimle bir şeyler yer misin?"

"yatağımdan kalk."

"evet-hayır? yemek? namm, tost mu yapsam?"

"kafanı o makineye sıkıştırabilirim." söylenip durduğuna göre geç kaldığım için bana bozuk atıyordu. erken gelirim demiştim ama işlerim uzamıştı işte. ne yapayım, elimden bir şey gelmiyordu.

"hii," diye ani bir tepki verdim. "doğum günümde aldığın mutfak eşyasını nasıl fantazilerine alet edersin?!" o kadar romantik bi hediyeydi ki.. "neyse, çok istiyorsan sıkıştırabilirsin. zaten bizimkilerle yemiştim."

o evde yemek için beni beklemişken son cümlemin onu daha da bozacağını bilerek kıs kıs güldüm. sınırları zorlamayı seviyordum işte.

belki de kendimi açıklayacağımı bildiğinden üstünde durmamıştı. "gün boyu dışarıda dolaştın, şimdi o kıyafetlerle yatağıma oturuyorsun. kalkar mısın lütfen?" onun yerine sakin bir mesafe koyuvermişti aramıza, ciddiyeti sesini daha da soğuk bir hâle sokmuştu.

"doğru, haklısın.." onun aksine sesim neredeyse mırıldanıyormuşum gibi alçalırken kalktım. beni kırdığını düşünüp bakmaya dönmüştü. bense ona istesem de gücenemiyordum. bakışlarına aldırmadan üstümü çıkarıp usulca yanına sokuldum.

"böyle daha iyi mi?"

nefesini seslice dışarı verdi. "neyse ne." önemsemiyor gibi davranmasına rağmen bana kıyamayıp üstümü örtmüştü. sevincimi sakin bir gülümsemeyle gösterdim, tabii gördüyse.

"gecikeceğimi söyledikten sonra dışarıda yemek zorunda kaldım, yoksa bayılacaktım. sana da ye demiştim, yedin mi?"

"yedim."

"haitham.." soğuk yapmaya devam ediyordu. normalde beni öpmeden duramayacağını biliyorum. "bak özür dilerim, gerçekten elimde değildi."

beni daha fazla dinlemeye katlanamıyor gibi bir hâli vardı. dişlerinin arasından sabırsızca "elindeydi kaveh," dedi. "herkese yardıma koşmak zorunda değilsin."

"ama sözleşmiştik ve unutmuşum, yanıma gelince kovamadım işte."

"benimle de sözleşmiştin."

sözleşmiş miydim? basitçe "akşam birlikte yeriz," demiştim oysa. kafasını onaylar şekilde sallayıp pek de üstünde durmamıştı. beni ve asılı kalmış bir akşam yemeğini bu kadar ciddiye alacağını düşünmemiştim.

"hep bunu yapıyorsun, başkaları için beni silip atıyorsun."

"hayır," diye inkâr edecek oldum ki parmak uçlarını hafifçe dudağıma koyarak beni susturdu.

"iki gün önce birlikte çıkarız diye 'sözleşmiştik' ama eve geldiğimde bambaşka biriyle oturup ellinci projenle ilgileniyordun. öncesinde bana evime birinin girmesinden rahatsız olup olmayacağımı sormadın, onun yerine su içmeye çalışırken beni mutfakta sıkıştırdın. beni, yaptığımız planı tamamen unutmuştun. geç geleceğimi düşündüğün için böyle olduğunu söyledin, idare etmem için yalvardın. ettim."

"ondan önce markete çıkmamız gerekiyordu ama yine sürekli başkalarıyla çıkman gerekti, erteleyip erteleyip durdun. gerçekten sırf seni bekleyeyim diye oturup limon yiyerek doymaya çalıştık, en son yine tek başıma gittim, son dört seferde olduğu gibi. idare et yoğunum dedin, ettim."

"en kötüsü de doğum gününü birlikte kutlayacaktık ama evde gece yarısına kadar seni beklediğimle kaldım, sevgili arkadaşların doğum gününü kutlamadan seni bırakmamışlar çünkü. geç kaldıktan 'sonra' beni yarı sarhoş hâlde arayıp 'geç kalacağım lütfen idare et' dedin, ettim."

göz kapakları düşmüş, bitap duran gözleriyle bir süre sessizce yüzüme baktı ve nefeslendi. son zamanlarda gerçekten yoğundum evet, haklıydı. elini benden çekerken yakaladım ve usulca kavradım.

"haklısın, gerçekten.. daha dikkatli olacağım."

konuşmamın devamını getiremeden telefonum çalmaya başladı. titreyip, bağırıp durması odağımı o kadar bozmuştu ki aklım oraya kaymadan edemiyordu, diken üstünde hissediyordum. özür dileyerek kalktım. "çok kısa, hemen geliyorum." gerçekten mahçup olmuştum ama bu saatte olduğuna göre önemli bir aramaya benziyordu. bir dakikadan fazla sürmeyecekti, hemen dönecektim.

kalktığımda alhaitham "kaveh," diye inledi. sesi neredeyse ağlamaklıydı. telefon ellerimde, ışığı yüzüme vururken kalakaldım. o an anladım, hata yapmıştım.

ama çok geçti.

"ayrılalım kaveh, artık senin için önemli olduğumu bile sanmıyorum."

alhaitham yatağından kalkmış, yüzüme bile bakmadan ayrıldığımızı söylemişti. ben kanım donmuş hâlde ona bakarken cevabımı beklemedi, elimde çalmaya devam eden telefonla beni öylece bırakıp çıkıp gitti.

broken home | haikavehWhere stories live. Discover now