8

93 18 33
                                    

bana bu kadar dağıtmak yeterdi. oluru yoktu işte, geri dönmesi mümkün olmayan birini döndürmek için kendimi hırpalıyordum. bunları daha önce de yaşamıştım ben, bu çıkmaza yine sürüklenirsem kendimi toparlayamayacaktım.

dışarı çıkmam gerekiyordu, hava almam ve evi biraz unutmam.. zaten yine yalnız uyanmıştım.

telefonumu rahatsız etme modundan çıkardığım gibi gelen bildirimler makineyi bir an için kasmıştı. iç çekerek biraz bildirimlerde dolaştım, aslına bakılırsa içlerinden biri oldukça ilginçti.

"inazuma'dan ziyaretimize gelecek önemli bir klan lideri için sizden daha iyi bir temsilci düşünemedik. en fazla bir hafta, bu süreçte onları ağırlayabileceğinizi ve en unutulmadık yapıları gezdirebileceğinizi umuyoruz."

uğraşılıp uzun uzun yazılmış bir maildi ama gözlerim hızla tarayıp mesajların özünü almaya alışmıştı. istek nereden gelmişti, ne kadar doğruydu bakmamıştım bile. direkt "evet," diye atılmıştım, "bu konuda bana güvenin."

çoktan cevap vermiştim, ama maile baktığımda birkaç gün öncesinden atılmış olduğunu gördüm. benden dönüş almadıklarında böylesine önemli misafirler için illa başka bir plan yapmışlardır paniğiyle hemen telefonuma sarıldım.

kendimi toparlamam için yeni bir ortam, yeni insanlar, evin havasını değiştirecek yeni nefesler.. ihtiyacım olan her şey bana altın bir tepside sunulmuş gibiydi, bu fırsatı geri tepemezdim.

üstünden bir saat geçmeden detayları öğrenmiştim.

öncelikle haklıydım, dönüş yapmayışım üzerine başka kalacak yerler, profesyonel tur rehberleri düşünülmüştü ama önemli bir isim hepsinden daha iyi bir seçenekti, beni duyunca iptal edeceklerini söylemeleri işten bile olmamıştı.

olaysa şuydu: inazuma'dan akademiye gelmek isteyen öğrenciler için bir görüşme yapılacak ve kamisato'lardan iki kardeş birden ağırlanacaktı. nitekim ikiye bölünmüşlerdi, kardeşlerden küçük olanı ayaka isimli bir kızdı. tur rehberi lumine olmuştu, görünen o ki akademide bir hafta ağırlanacaktı. abisiyse eğitimini çoktan tamamlamıştı, muhtemelen bu sırada benim öğrenmeyeceğim başka politik ilişkiler hakkında atılımları olacaktı.

açıkçası onlarla tanışmak için sabırsızlanıyordum. ne yazık ki akşam geleceklerdi. bu da demek oluyordu ki bugün yapacağım herhangi bir hazırlık varsa tamamlasam iyi olacaktı. bu misafirler beni öyle heyecanlandırmıştı ki sonunda odağım başka bir şeye kayabiliyordu.

unutmuş, kaybetmiş gibi yapıp sakladığım bir penye vardı haithamdan. belki kokusu üstüme siner diye giyindim. onun gibi daracık olmamıştı üstüme, bol duran bileklerini ellerime çekiştirip yakalarını omuzlarıma doğru açıklık bırakacak hâle getirdim. gerçekten de, artık üşümüyordum sanki. daha doğrusu soğuktan ölmek üzere olan birinin ısındığını sandığı o andaydım.

üzerime çöken kara bulutları dağıtmak için kendi kendimi "işte gidiyoruz!" diye neşelendirdim. "misafirlerim de limonla doymaya çalışmasın bari.."

yolda tighnari'yi aradım. beklenmedik şekilde hayatımın en uzun telefon konuşması olmuştu ve iş hakkında bile değildi. dışarıda beni gören tanıdık insanlar, meşgul olduğumu anlayıp sadece kafalarıyla selam vermekle yetiniyor ve yanıma yaklaşmıyorlardı. dışarıda olduğum süreçte tighnari kalkanım gibi bir şey olmuştu.

oysa yanımda haitham olsa etrafıma bakmazdım bile. kimse ne yanıma gelebilirdi ne ben onları görürdüm.. dayanamayıp bunu tighnari'ye de söylemiştim.

içimi dökmemin etkisinden olacak "haitham çok tezcanlı davranıyor," diyerek bana hak verdi. "aranızdaki şey bir anda silip atamayacağınız kadar özel. kendini çok zorluyor, onun da hâlâ sevdiğinden eminim."

"kendi bilir tighnari, ben her yolu denedim."

dilim böyle söylese de yüreğime söz geçmiyordu işte, asla kapanmayacak bir yaraydı bu. garip bi şekilde içimden bir ses her şeyin bitmediğini söylediği için tutunmaya devam ediyor ama kendime bunu itiraf etmeye yüz bulamıyordum.

elimdeki ürünleri incelerken tighnari, cyno ve collei'nin evdeki şamatalarını dinlemek bana huzur veriyordu. cyno, collei'yle vahşi oyunlar oynuyordu ve tighnari kız bağırdıkça cyno'ya seslenip daha yavaş olması için uyarıyordu. bir dakika sonra aynı sesler, tighnari'nin iç çekişleri.. neden evlenmiyorlardı ki?

iki saatin sonunda haitham'ı, işimi, değişim kararlarımı, hislerimi anlatıp tartışmıştım. tighnari için her şey iyi gidiyordu, ormandaki birkaç sorundan bahsetmişti sadece. açıkçası onun için gerçekten sevinmiştim, bir yandan da hep ben konuştuğum için bir tür suçluluğa kapılmıştım.

"bir şey lazımsa alayım mı? geçerken sana bırakırım, hem yüzünü görmüş olurum."

başta sadece gelmemi ve en azından biraz sakinleştirici otlardan yaptığı şerbetleri içmemi söylemişti. iyi hissettirirmiş. ısrarlarımın sonucundaysa bir iki şey istemişti. garip bir neşeyle ve arkadaşlarıma gitmenin heyecanıyla poşetleri kaptığım gibi son hız yürüdüm.

tighnari'nin evine yaklaştığımdaysa kendimde zorla toparladığım her parça yeniden dağılmıştı. karşı sokakta haitham'ı görmüştüm. yanında tanımadığım ama yüzü de yabancı gelmeyen bir kızla, elinde ağır görünen bir koliyle.. kız onunla konuşurken kulaklıklarını çıkarmış ve bundan şikayetçi görünmüyordu. birkaç dakika dayanamayıp onları izledim, hatta utanmadan takip ettim. sonunda bir binadan içeri girdiler.

tighnari'ye poşetlerini bırakırken rengim atmıştı. bir açıklama yapamadım, sadece oturup titreyen ellerimle "sakinleştirici" şerbetten birkaç bardak içtim. buna hazır değildim, başka birine böyle hızlı kayabiliyor olması aldatıldığım ihtimalini doğurmaz mıydı? belki öyle bir şey yoktu ortada ama ben yine de ihanete uğramış hissediyordum.

haitham hakkında herhangi kötü bir şey asla söyleyemezdim ve ağzımı açarsam nereye çıkaracağımı, neyden yakınacağımı çok iyi biliyordum. bu yüzden sustum, sadece "yolda haitham'ı gördüm," dedim. "evden gerçekten gidiyor."

kabullenmem için gözüme defalarca sokulması gerekmişti.

broken home | haikavehWhere stories live. Discover now