2

107 22 7
                                    

telefonda yanan isim önemliydi önemli olmasına da, artık onu düşünecek hâlim kalmamıştı. aramayı reddedip, alhaitham'ın arkasından koştuysam da yetişebildiğim tek şey dış kapının yüzüme kapanması oldu.

gitmişti, tamamen..

dönecek miydi? dönecekse bile eşyalarını toplamak için mi dönecekti? gerçekten benden ayrılmış mıydı? evden de ayrılacak mıydı? terk mi edilmiştim?

cevabı az çok görünen ve bana işkence eden sorular, zihnimde birbirine çarpan arılara dönüşüyordu. nefes alamadığımıysa başım dönene kadar fark etmemiştim. etrafta gördüğüm her şeyden tutunarak, güç bela koltuğa oturdum.

ışıkları yakamamıştım, ilk kez böyle karanlıkta tek başıma oturuyordum. o an kendimi istemeden haitham'ın yerine koydum. şimdi nasıl yapayalnız onu bekliyorsam, o da her sözleştiğimizde böyle benim dönmemi bekliyordu. fark ettiğim şey yüzünden boğazımdan acı bir his tırmanmaya başladı, ev sanki başıma yıkılmıştı.

saatler geçti, gece yarısı oldu, saatler geçti.. gelmiyordu. bense bir an için burada oturmayı bırakırsam gelecekmiş de onu kaçıracakmışım gibi hissediyordum. ben görmeden eşyalarını toplayıp yok olacak endişesiyle yarın işlerim olmasına rağmen uyuyamıyordum.

cesaretimi toplayıp aramayı denedim. aramalarım uzun uzun çalıyor ve cevapsız kalıyordu. telefonunu sessizde kullandığını bildiğimden kendimi 'belki görmemiştir, görmüyordur' diye kandırarak aramaya devam ediyordum.

sonunda gün ağardı. sadece kendimi yemiştim ve yirmi cevapsız çağrıdan sonra yüzüm kızardığı için yeniden aramayı denememiştim. belki de yirmi birde açacaktı? ona zaman vermemi söyleyen mantığım, onsuz durmadan sıkışan kalbimle kavgaya tutuşup duruyordu. belki durumu kabullenemediğimden, bir damla gözyaşı dökmemiştim.

makul bir saat olduğunda kalkıp tighnari'yi aradım. ilişkide yaşananları dışarıya yansıtmaktan nefret ederdim ama bu aklıma gelen tek çareydi. birkaç saniye sonunda açtı, çoktan uyandığını biliyordum.

"günaydın nari," derken sesimin normal çıkması için yapay bir uğraşa girmiştim.

"günaydın," dedi sakince. "dur tahmin edeyim, akşam gelemeyeceğini söylemek için aradın."

"ne?" şaşkınlığım gerçekti. akşam için bir plan yaptığımızı hatırlamıyordum bile.

"ciddi misin kaveh.." biraz hışırtıyla birlikte nefesini sabır dinlenerek dışarı verdiğini anlayabiliyordum. sadece sevgilimi değil, arkadaşlarımı bile bıktırmıştım anlaşılan.

"dün gece pek uyuyamadım," diye toparlamaya çalıştım. "kusura bakma kafam pek basmıyor şu an."

'geç bunları,' der bir tonda mırıldandı. "anladım sorun değil, zaten cyno senin yerine collei'nin gelebileceğini söylemişti. gerçi bu fikre hâlâ karşıyım ama.."

"hayır tighnari!" derken beni dinlemeden yargılamasına isyan ettim, "gelmeyeceğimi söylemedim." ufak bir duraksamanın ardından hâlâ sözleştiğimizi hatırlayamamıştım. onları umursamadığımdan değil, sadece bir şekilde.. idare edemiyordum sanırım. her şey birbirine karışıyordu, aynı anda birkaç yerde bulunmaya çalışıyordum. gerçekten kızmakta haklılardı, bir an önce kafamı toparlamam gerekiyordu.

"geleceğim ama yeri hatırlatırsan iyi olur."

tighnari'nin cevabıma şaşırmış ama memnun olmuş gibi bir hâli vardı. neşelenen sesiyle "garaj'da," diye cevapladı. "bir şeyler içeceğiz demiştik, ona göre boş gelme."

"hahah, tamam, endişen olmasın."

garaj'ı hatırlamıştım, birkaç kez uğradığımız ve hepimizi farklı yönlerden çeken bi mekandı. haitham müziği çok gürültülü değil diye, ben ışıkları huzurlu hissettiriyor diye, tighnari içecekleri güzel diye, cyno da güvenilir olduğunu düşündüğünden..

"bilemiyorum." arkasından gülümsediği belli olan bi tonda "sen neden aramıştın?" diye sordu.

bir an alhaitham'ı hiç karıştırmadan yalan söylemeyi düşünsem de beceremeyip daha çok şüphe çekeceğimi biliyordum. bu yüzden kafamda önceden kurduğum cümleleri sakin sakin döküldüm: "haitham sabah yoktu, aradığımda telefonunu da açmadı. acaba sizinle mi diye merak ettim."

o kadar endişesiz, doğal konuşmuştum ki garipsememişti bile. "yok," dedi dümdüz. "merak etme akademiye gitmiştir muhtemelen. kimseye görünmeden işlerini bitirip gelmeye çalışıyordur, klasik. sen daha iyi bilirsin."

son cümlesi boğazımı düğümlemişti. 'sen daha iyi bilirsin..' bilir miydim? o an fark ettim, haitham hiçbir zaman bana neler yaptığını söylemiyordu. sadece ortadan yok olup, işlerini halledip, döndüğünü biliyordum. o işler neydi, nasıl hallediyordu, gün içinde kimlerle muhatap oluyordu.. kendimle öylesine derde düşmüştüm ki onun dünyasında neler oluyor hiçbir fikrim yoktu.

"haklısın," diye mırıldandım. "boşver o zaman, akşam zaten görüşürüz." telefonu nasıl kapattığımı bilememiştim.

haitham.. çok sessiz sakin durduğundan bazen evde yokluğu ve varlığı arasında bir fark olmadığını söyleyip onunla alay ederdim. o fark şimdi gözüme gözüme giriyordu.

farkındalık, pişmanlık, yalnızlık.. ona sarılıp tüm bunları telafi edebileceğimi bağırmak istiyordum. bunun içinse tek çarem akşamki buluşmayı bekleyip geleceğini ummaktı.

broken home | haikavehWhere stories live. Discover now