4

100 22 30
                                    

beş dakikadır kapatmak için can attığım telefona sabır taşı gibi katlanıyordum. birazdan oraya geleceğimi defalarca söylememe rağmen her şeyi şu an halletmeye çalışan, tiz sesi kulağımı ağrıtan bir kadındı telefondaki. "yarım saate geleceğim," dedim bu kez kesin bir dille. "geldiğimde tartışalım, şu an akademide ufak bir işim var."

öfkelenen bir yapım yoktu ama tahammül seviyem gerçekten zorlanıyordu. gözlerim bir an için hızla geçip giden birini yakaladığındaysa konuşmaya dair tüm odağım kaymıştı. "hıhı evet," diye mırıldandım. "görüşürüz." devamında ne dediğini dinlemeden telefonu suratına kapattım. elimdeki bu şeyden tiksinmeye başlıyordum artık, her seferinde bir şeyleri yüzüme vuruyordu.

yeniden çalmaya başladığında görmezden gelip cebime attım. gözlerim merdivenlerde kaybolan figürü arıyor, onu yeniden bulmaya çalışıyordu. galiba uykusuzluğun da etkisiyle delirmeye başlıyordum,

çünkü az önce alhaitham'ı gördüğümü sanmıştım.

dün gece garaj'dan çıktıktan sonra kendimi eve zor atmış, içimde tuttuğum tüm gözyaşını, salya ve sümüklerimle birlikte akıtmıştım. haitham'sa, işi artık her neyse, eve bu gece de gelmemişti. sabah odasına o gün yere attığım kıyafetleri almaya girmiştim. yatağı hâlâ aynı görmek canımı sıktığı için düzeltip, bir daha girmemek üzere kapısını çekmiştim.

saçımı başımı mahvettiğim için şekil vermem, kendimi dağıttığımdan göz altlarımı kapatmam ve dudaklarımla ilgilenmem gerekmişti. kısacası dışarıdan iyi görünüyordum, ama içimde sürekli büyüyen bir yangın vardı. haitham'ın bana sırtını döndüğü her an büyüyüp beni daha da kapana kıstıran bir yangın, bana elini uzatmazsa sonunda kömür olup kalacaktım.

bir süredir far görmüş tavşan gibi merdivene bakıyor olduğumdan kızın biri gelip koluma dokundu. "iyi misiniz? daldınız sanırım."

gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim ve kıza döndüm. "evet, iyiyim teşekkürler." tam şu an izlendiğimi hissediyordum, diken üstündeydim. buna rağmen kıza gülümseyip benimle kurmaya çalıştığı sohbete ufak birkaç cümleyle karşılık verdim. telefonum yeniden çaldığındaysa sohbeti bitirme bahanesi olarak kullanıp özür dileyerek uzaklaştım.

bu kez arayan eski hocalarımdan biriydi, beni beklediğini söylüyordu. bir grup öğrencinin bana danışmak istediği birkaç şey olduğundan, hocamın ricasıyla akademiye gelmiştim. son işim gereğinden fazla ilgi görmüştü ve bunun etkisiyle son zamanlarda biraz gündemdeydim işte. burnu büyük biri gibi görünmekten kaçınıyor ve yapabileceğim bir şey varsa gerçekten fayda sağlamak istiyordum. 

ama şu an bunun için o kadar yorgundum ki.. bu kalabalık trafik ve koşuşturmaca arada başımı döndürüyordu. normalde kendimi yatağa atana kadar yorulduğumu hissetmezdim bile, şimdiyse amfiye gelene kadar aldığım yol, çıktığım merdivenler beni nefes nefese bırakmıştı.

haitham beni bir günde mahvetmişti, ikinci günde perçinlemişti. elim düşünmeden duvara giderken bu düşünceye kendi kendime güldüm. haitham mı mahvetmişti beni, yoksa kendim mi? buna bi cevap bulmaktansa suda boğulmak sanki daha kolay bi çırpınış olurdu gibi.

sağ omzumla ne ara yaslandığımı fark etmediğim duvardan ayrılırken bir el belimi yakalayıvermişti. haitham doğrulmama destek olurken şaşkınlıkla kafamı kaldırdım. onu sadece tutuşundan tanımış, kendimi savunmaya çalışmamıştım bile.

"başın mı dönüyor?" dedi yüzündeki gergin ifadeyle. bu ifadenin arkasına birkaç şey sakladığını biliyordum.

kanın anında toplandığını hissettiğim yanaklarımla usulca "hayır," diye reddettim. ona bakamıyordum artık, o'ysa ben dün gece nasıl onu inceliyorsam beni öyle inceliyordu. kartlar ne çabuk el değiştirmişti.

biraz ötedeki koltukları göstererek "oturmak ister misin?" diye sordu.

"hayır," diye reddedecek oldum. "amfiye gitmem gerek, beni bekliyorlar."

ama hemen hatamı fark ettim. kalbim bu korkuyla küt küt atarken dudaklarımı birbirine bastırdım. böyle desem beni yere atıp arkasına bakmadan giderdi herhalde. hâlâ onun için beş dakikamın bile olmadığını düşünür, verdiği kararın doğruluğundan emin olurdu. 

kafamı hafifçe aşağı yukarı salladığımda beni tek kelime etmeden koltuklara götürmüş, ama kendi oturmamıştı.

"su ister misin? ya da atıştırmalık bir şeyler?"

insanlık için yapmıyordu bunları işte. biliyordum, hâlâ endişeleniyordu benim için. yine de ilgisini bu şekilde kullanmak hiç doğru gelmemişti. zaten iştahım da yoktu.

omuzlarım pes etmiş hâlde düşmüş, kafam eğilmişken "teşekkür ederim," dedim, "yorulma, iyiyim."

doğrudan ona bakmadan da bir şekilde görebiliyordum. kollarını birleştirdi, kafasını salladı. "seni gördüğüm iyi oldu kaveh," dedi sonra. "yoksa arayacaktım."

"ne için?" kızarmış yanaklarım ve hâlâ bir umut besleyen gözlerimle yüzüne yeniden bakmaya cüret ettim. onun da gözleri hafif şişmişti sanki, haricinde her zamanki haitham'dı işte. yüzünde görmeye alışkın olduğum ciddi ifadesiyle "eve geleceğim," diye cevapladı beni. "eşyalarımı almaya."

bahsettiğim yangın saniyeler içinde kalbime sıçrarken "senin evin," diyebildim güçlükle. "istediğin zaman gel." biraz daha yanımda dursun diye hasta çocuklar gibi buraya oturmuştum, şimdiyse bir an önce gitmesi için tanrıya yalvarıyordum. ne yapacağımı, ne söyleyebileceğimi gerçekten bilmiyordum. rezillik çıkarıyor gibi hissetmeyeceğimi bilsem şuraya yığılıp kalacaktım.

"anahtarı geldiğimde veririm," diye konuşmaya devam etti. işin tüm detaylarını düşünmüştü, yine.

asla kabul etmek istemediğim bir şey olsa da "tamam," diye onayladım hemen, kaçmam lazımdı. o detayları konuşmaya devam edecek gibiydi ve benim dinledikçe midem bulanıyordu, duygularımla baş edemeyip onlara fiziksel bir boyut kazandırmaktan nefret ediyordum. "ben gideyim," derken ayaklandım, "işim var."

bu dediğim canını sıkmış olmalıydı ki "tabii," dedi tatsız bir şekilde. yine de iğnelemeye çalışmamıştı. "görüşürüz."

görüşür müydük? zihnim "belki son kez görüşürsünüz," diye benimle alay etti. elim beş dakika sabretmeden yine çalmaya başlayan telefonuma giderken kafamı onaylar şekilde sallayıp hızlı adımlarla oradan uzaklaştım.

gözden uzaklaşıp kendimi güç bela tuvalete attığımda, sesini kapattığım telefonum hâlâ titreşip duruyordu. bunun böyle gitmeyeceğini tam anlamıyla o an anlamıştım, hayatımda kendime ve sevdiklerime alan bırakmıyordum. bir an durup sakinleşmeme zaman tanımıyor, her boşluğuma bunları ben dolduruyordum. şimdi evde ağlıyor olmam gerekirken gidip benim sorumluluğum olmamasına rağmen gülümseyerek ders vermem gerekecekti, aşk acımı bile doğru düzgün yaşayamıyordum.

kabul etmiştim artık, kafamı acilen toparlamam ve bir şeyleri değiştirmem gerekiyordu.

broken home | haikavehWhere stories live. Discover now