5. YALANLAR VE İNSANLAR

198 138 121
                                    

Çocukluğumuzdan beridir çok duyuyoruz bu kavramı, yabancı değil. Iyi bilirsiniz. Yalan. Yalan kısa ömürlüdür, eninde sonunda önünüze düşer. Kelebeklerden bile kısadır ömrü. İnsan o bataklığa "Bir kere söylesem ne olabilir ki en fazla?" diyerek gider. O bataklığa gittiği kararlılık gibi pişmanlıkla geri döner. Yalan masumdur kimine göre. Ufak bir çocuğun hayallerini yıkmamak için yalan söylediğini ifade eder insan.

Bu dünya bir öküzün boynuzlarında değil, bu dünya sizin ellerinizin üstünde duruyor. Ve yeni doğan her masum... Yalanla besliyorlar sizi.

Halbuki açsınız, gerçeklere ihtiyacınız var. Aydınlık yalan söylüyorsa, pusulanız yalan söylüyorsa, rotanız yalan söylüyorsa, gördükleriniz yalan söylüyorsa, sesler yalan söylüyorsa, melodiler yalan söylüyorsa, rüyalar yalan söylüyorsa, hayalleriniz yalan söylüyorsa, gerçekleriniz yalan söylüyorsa, aşk yalan söylüyorsa, sevdalınız yalan söylüyorsa, bakışlar yalan söylüyorsa, gerçekler yalan söylüyorsa...

Her şey yalan, her şey yalancı.

İnsan onca yalan söyledi, kendini kandırdı, diğer insanları kandırdı, her şeyini kandırdı. Sonunda geri kalan, koca bir hiç oldu.
O yalanın gerçeği ortaya çıktığında da hiç olmamış gibi davranır insanlar.
Bırakın gerçek incitsin sizi, bir yalan avutacağına. İnsan dürüst olduğu için kaybedebilir ama yalan söyleyip unutmaktan iyidir.

Bir kez yalanını yakaladığınız birinin bin kez doğruluğunu, dürüstlüğünü sorgularsınız.
Eğer o yalan çok büyükse, hayatınızdaki duygular yönünü kaybeder. Kimseye gücenemezsiniz. Kimseye kalbinizi açamazsınız. Hayatınıza gerçekten sizi seven ve değer veren birini kaybetmenize bile yol açabilecek bir şeydir yalan.

Yalan, insanın yaşadığı gezegeni başına yıkabilecek kadar güçlü bir afettir.

                                          🌘

Saatlerdir oturduğum sandalyeden kalkmayıp dosyaları düzenliyordum. Gözlerim yanıyor, başım ağrıyordu. Ellerimi yumruk yapıp gözlerimi yavaşça ovaladım, birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım.
Yavaşça ayağa kalkıp lavaboya doğru yürümeye başladım. Musluğu açıp avuçlarım arasına aldığım suyu yüzüme doğru çarptım.

Gözlerimi yavaşça açtığımda aynaya yansıyan yüzüme bakıyordum. Yorgun, halsiz, moralsiz, ve daha ne denirse yüzümün bu haline. Şişmiş göz kapakları, koyu göz altları, ruh gibi bembeyaz görünen yüz. Gören de hasta sanır.

Kâğıt havluyla yüzümü yavaşça kurutup, çöpe attım. Banyodan çıktığımda gözlerim pencereyi buldu. Beni aç der gibi bakıyordu sanki bana. Pencereyi açtığımda yüzüme kuru bir soğuk çarpmıştı. Adeta ayaz vardı dışarıda.

Saat 19.30'a geliyordu ve mesai saatimin bitmesin yarım saat vardı. Bilgisayarı kapatıp, çantasına koydum. Dosyalardan bazılarını çekmeceye, bazılarını da çantama geri koymuştum. Etrafı topladıktan sonra kalorifere yaslanıp durdum öylece. İğne atsan sesi duyulurdu, resmen adliyede çıt çıkmıyordu.

Telefonuma aniden bir bildirim gelmesiyle halsizce kafamı masaya doğru çevirdim. Aceleci davranmayıp ufak adımlarla masaya doğru ilerledim. Telefonu elime aldığımda gözlerim yerinden çıkmış gibi oldu.

Zaman durdu. Hayat durdu. Zihnim durdu. Her şey ve herkes birkaç saniyeliğine olsa da sustu, sessizliğe büründü.

Yutkundum. O yutkunuş boğazımı yaktı. İçime bir yangının fitili oldu. Ağzımdan nefes alıp veriyordum hızlıca. Kalbim çarpıyordu. Nabzım yükseliyordu.

VÂVELYA Where stories live. Discover now