YS-1

212 109 8
                                    

Topuklu ayakkabılarımın sesi ile herkese gülerek selam verip ofiste ki odama geçtim. Burası benim ikinci evimdi. Hemen sandalyeme oturup ayakkabılarımı çıkardım. Ayaklarım hemen şişiyordu. Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım. Ama sonra yapacaklarım aklıma gelip çantamdan hasta dosyalarını çıkardım. Daha yeni mesleğimi elime almıştım ama hakkını veren bir psikoloğum.

İnsanların bir sürü derdi var. Mesela Şefika abla. 57 yaşında yaşlı, çok sevimli bir teyze. Onun hastalığı amnezi. Bellek kaybı yaşar çok. Ne dediğini ne yaptığını pek hatırlamaz. O yüzden dediklerini hep tekrarlar. Kimse onunla konuşmadığı için aşırı derece üzülür. Bunu bazı insanlar görmediği için onun kalbini kırıp dinlememekten yanadırlar. Ama ben bir psikolog olduğum için bunu net bir şekilde görüp onu lafı bitene kadar dinlerim. Bunun yüzünden aramız çok iyidir.

Yarım saat sonra bilgisayara bütün bilgileri kaydetmiş, kahve almak için topuklularımı giyerek odadan çıktım. Fatma abla yine temizlik yapıyordu. Gereğinden fazla mesai yaptığı için maaşı fazla veriliyordu ama bunun için bir kere kavga etmişti. 'Ben sizden fazladan para almak için mesai yapmıyorum!' diye çıkarmıştı olayı hatta. Onun sadece kafasının dağılmasına ihtiyacı vardı o kadar. O da zaten bu amaçla fazla çalışıyordu. Aa bir de buraları kirleten insan sayısı fazla olduğu için. İnsan mı dedim? Sadece şekli öyle olanlardan bahsediyordum.

Sütlü kahvemi elime alıp telefonumdan Nil'i aradım. Meşgule atmıştı 15 saniye sonra. Acaba yine hangi erkekle gününü harcıyordu çok merak ediyordum. Titreyen telefonumdan mesaj geldiğini alıp açtım.

NİLL:

"Ada beni bekleme. Bugün eve gelmeyeceğim. Balıklara yemini verdim, sen daha verme. Neyse öptüm canım sana iyi mesailer."

Bir de 'Bende seninle gelicem. Sıkılırsın orada tek başına.' diyordu. Tabi yine benim için değil kendi için geliyordu. Bizden 2 yaş büyük ama sınıfta kaldığı için burada staj yapan Okan'ı kendine ayarlamaya çalışıyordu. Ama adam ona pek yüz vermiyordu ve Nil onu çok pis hırs yapmıştı.

İçeriden büyük bir sesle gürültü geldiğinde hemen kahveyi ve telefonu bırakıp içeri koştum. Bir adam vardı ve pek ayık olduğu söylenemezdi. Tam düşecekken elini, yanındaki vazoya götürdü ve birlikte düştüler. Ayağa kalkamadığı için yanına gittim. Yardım ederek ayağa kaldırdım. Cidden çok ağırdı. Normalde ofisimize böyle ayyaşlar girmezdi ama demekki Şükrü amca bir sigara molası vermişti.

Kolunu tutup omuzuma attım ve beraber siyah koltuklara oturduk. Leş gibi içki kokuyordu. "Heyy sen kimsin?" diye bağırdı resmen. Pardon? Benim bu soruyu sormam lazımdı. Neyse o sadece bir sarhoş. Elimi uzatıp "Merhaba ben Melis Ada. Dağıttığınız ofisin yeni psikoloğuyum." dediğimde etrafa bakıp "Pardon ya. Normalde sarhoş olmam ama işte bugün normal değil." Havada duran elimi sıkıp "Bende Hazar." diye kendini tanıttı. Konuştuklarını zar zor anlamıştım.

Elimi çektim çünkü bırakmaya niyeti yoktu. "Neyse ben sana bir kahve yapayım kendine gel." Siyah koltuklara uzanıp ellerini kafasının altına koyarak "Zahmet olmassa alırım bir kahveni." dedi sanki ben onun arkadaşıymışım gibi. Gülüp kahveyi hazırlamak için odaya geçtim. 2 dakika sonra kahve hazır olmuştu. Tekrar yeni tanıştığım Hazar'ın yanına gittiğimde ciddi bir şoka uğradım.

Oturmuş gözleri kapalı sigara içiyordu. Boğazımı temizleyip kahveyi önüne koydum. Fakat o beni görmemişti bile. "Şey rica edicem o sigarayı söndürsen? Hani kapalı alan falan ceza yeriz?" dediğimde siyah gözlerini açıp "Öyle olsun." diyerek benim çok beğendiğim masanın üstünde külünü söndürdü. Şaşırmıştım, sinirlenmeye başlıyordum ama sabretmeliydim. O sadece ne yaptığını bilmeyen bir sarhoş.

Kahveyi eline alıp içmeye başladı. Saate baktığımda diğer iş arkadaşlarımın çıktığını anladım. Hazar fincanı masaya bırakıp "Güzel olmuş. Sağol." diye teşekkür etti. "Rica ederim." deyip pencereyi açmaya gittim. Oda harbiden sıcaktı. "Hep böyle resmi misin sen?" diye sordu. Bir an da böyle dediği için anlamadım ve ona baktım. "Efendim?"

"Neden ona bu kadar benziyorsun?" Yavaş yavaş açılmaya başlıyordu. Zaten sarhoşluğun yan etkisi, insanın bir derdi varsa hiç düşünmeden söyleyip rahatlamasıydı. Daha önce fark ettiniz mi bilmem ama dertlerimiz olmasaydı büyük bir topluluk içkiye başvurmazdı. Hazar ilgimi çektiği için pencerenin önünden onun karşına geçip oturdum. "Kime benziyorum?" diye sordum.

"Anneme. Onun gibi bana resmisin. Onun gibi bu hayatta belgelerle hareket ediyorsun." Dedikleri canımı sıkmaya başlamıştı. "Ben öyle değilim." diye kesin bir dille belirttiğimde yüzüne alaycı bir sırıtış takınıp "Sen gerçek sevgi nedir bilir misin?" diye sordu. Kelimeler, tenimi yaka yaka kalbime geçip orayı bir aleve verdi. Ben gerçek sevgi nedir bilmezdim. Babam yoktu, annem yoktu. Sadece Nil vardı bugüne kadar. Yetimhaneden beri Nil vardı.

Gözlerim doldu ama bunu ona belli etmeye hiç niyetim yoktu. Kaşlarımı çatıp "Sanane. Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma." diyerek ayağa kalktım. Yanından geçecekken kolumdan tutup "İşte bir örnek daha. İkiniz de canınız yandığında araya mesafe koyarsınız." diyerek acı bir gülümsemeyle kolumu itti. Gerçekten çok iyi bir gözlemciydi.

Ben ona öyle bakarken bit anda ayağa kalkıp masaya tekme attı. Masa ters dönerek büyük bir gürültüye sebep oldu. Ben ise şaşkın ve korkmuş bir şekilde ona bakıyordum. Ellerini saçlarına götürerek bana döndü. "Neden?!" diye bağırarak sordu önce. "Neden çevremde ki herkes bana karşı lan! Neden? Ne yaptım ben size?"

Sesi sonlara doğru azalmıştı. Sakin bir şekilde ona yaklaşıp "Hazar tamam. Bak ben sana karşı değilim." diyerek deli gibi tuttuğu saçlarında ki ellerine koydum, ellerimi. Ellerini okşayarak "Saçlarını bırak." diye fısıldadım. Böyle hastalarım çok olduğu için çok iyi bir şekilde nasıl yaklaşılmasını biliyordum. Suyuna gidip, tatlı bir dille onu sakinleştirin kuralı.

Yavaş yavaş ellerini saçlarından çekti ve bana baktı. Ellerimi çekmiştim onunkilerden. Bu sefer elini alnına götürüp şakaklarını ovdu. Koltuğa oturup gözlerini kapattı. Ben ise uysalca yanına oturup onu izledim. Bir müddet sonra "Başın ağrıyorsa masaj yapabilirim. İstersen tabi?" diye sordum. Elini başından çekip gözünü açmadan "Olur." dedi. Topukluları çıkarıp bacaklarımı kırarak koltuğa yerleştim.

"Dümdüz yat ve başını koy." diye yön verdim anlamayan bakışlara. Başını dizlerime koyduğunda ellerimle masaj yapmaya başladım. "Buraya niye geldin?" diye en başta sormam gereken soruyu sordum. "Okan malının yanına." dediğinde şaşırmıştım. "Okan Sözüer mi?"

Gözlerini açıp "Evet. Kardeşim gibidir. Yoksa sen şu ona yazan Nil misin?" Adımı hatırlamaması kalbimi kırmıştı. "Adımı söylemiştim. Melis Ada." dediğimde "Pardon ya. Hatırlayamadım bir an." Kafamı boşver anlamında salladım. "Okan sana Nil'i mi anlatıyor?" dediğimde gülerek "Sen o zaman Nil'in arkadaşısın?" diye sorarcasına konuştu.

"Nerden anladın?"

"Baksana ağzımdan laf almaya çalışıyorsun. Bir iş kadınına göre fazla geride kalmışsın. Lise 1 gibi mesela. Ama söyleyeceğim. Evet Okan ondan bahsediyor. Hatta onu seviyo ama kendine yediremiyor. Salak işte ne yapsın. Benim sevdiğim olacak kaçırıp yanımda tutardım." dediğinde ağzımdan sadece "Yuh!" kelimesi çıkmıştı.

Bu tepkime gülerek "Ne var?" diye sordu. "Ben öyle herkesi sevmem. Sevdim zamanda tam severim yanımdan ayırmam." diye arkasından getirdi. "Mağara adamı." diye fısıldadım. O ise gözlerini kapattı. 15 saniye sonra düzenli nefes alış verişinden burada sızdığını anladım.

Kafasını dizimden alıp yastığa koydum. Üstünde ki deri ceketi çıkardım ve gelişi güzel üstüne örttüm. Benimde çok uykum gelmişti. Yapacak işlerimde bitmişti. Bende Hazar'ın uyuduğu koltuğun karşında ki koltuğa geçip uyumaya çalıştım.

Bu günüm de sarhoş bir mağara adamıyla geçmişti. Neyse hayırlısı.

Yarım SatırWhere stories live. Discover now