KAN

64 13 2
                                    

Uyandığımda saat 6'yı geçiyordu. Yataktan kalkmadan etrafıma göz gezdirdim. Kimse uyanmışa benzemiyordu. Ben de uyumaya çalıştım. Becerdim mi? Tabiki de hayır.

Uyuyamayınca öfleyerek yataktan doğruldum. Tekrar etrafıma bakındım. Yatakların birinde hareketlenme vardı. Yatakta yatan Günay'dı. Belli ki uyanmıştı.
-Günay?
-Efe? Sen de mi erkencisin?
-Evet. Uyumaya çalıştım ama beceremedim.
-Aynısını yaptım ve sonuç bu.

Günay da yatakta doğruldu. Saate tekrar baktı. Şaşkın bir ifadeye "Anaa.. Saat daha 6'yı 10 var." dedi. Yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce gülmemek için kendimi zor tuttum. Biraz sessizlik oldu. Etrafı inceliyorduk. Sessizliğin içine Semih'in sesi karıştı "Hayırdır, erkencisiniz"

Kafamı Günay'ın üst kısmına doğru çevirdim. Semih doğrulmuş bizi dinliyordu. Ben de yüzüme Samimi bir ifade takınıp Semih'e "Sen de bizim gibi erkencisin." dedim.
-Sesinize uyanınca erkenci oldum.
-O zaman uykun hafif.
-Hayır sizin ses tonunuz yüksek.
-Hadi ya.

O kadar da sesli konuşmuyorduk aslında. Ama buna rağmen bir şey demedim. Günay'a baktım, o da sessiz sessiz bizi dinliyordu.

Semih ranzanın merdivenlerinden inmeye başladı. Günay ,Semih'in ayağını görünce kafasını diğer yana çevirip kıkırdamaya başladı. Merdivenlerden inince lavaboya gitti. Aslında lavaboya açılan kapıyı ilk defa görüyorum. "Ben bu lavabonun girişini ilk defa görüyorum" dedim Günay 'a. O da bana " Gayet doğal. Merdivenlerden inince kapı yerine dolabı gördün de ondan. Dolabın bitişiğinde ya." şeklinde yanıt verdi. Bu sözüne hak vermiştim. O yüzden kafaya takmadım.

Okulumun ikinci günü *lanet olsun*.. saat 7:45. Meriç 15 dk önce kalkmış ve giyinmişti bile. Diğrelerini ve beni söylemeye gerek bile yok. İlk ders......EDEBİYAT. Evet, muhteşem. Sabahımızı zehir edecek kadar hemde. 

Edebiyat hocamızın adı Muazzez Kırca'ymış. Konuyu bilmiyorum, öyle edebiyat işliyorduk. Sınıftaki herkes fısır fısırdı. Biz de öyleydik elbet ama bu konuşmalardan rahatsız oluyorduk. Çünkü her ne konuşuyorlarsa her cümlenin sonunda Meriç'le bana bakıyorlar, sonra da konuşmaya devam ediyorlardı. bizim Meriç'le konuştuğumuz konu ise sınıf arkadaşlarımızdı..

-Efe.

-Hee.

-Tip tip bize baktıklarının farkındasın değil mi?

-Elbette.. ne konuşuyorlar acaba?

-Bilmem..Günay'a soralım, belki o bilir.

-İyi fikir...

Günay'a sessizce seslendim. Allah'dan sırası yakındaydı. Beni hemen duydu ve karşılık verdi ''Ne var?'' ''Bir şey soracağım, sınıf ne konuşuyor?'' diye sorunca Günay normal bir şekilde ''Tabiki de sizi'' şeklinde karşılık verdi. Ve devam etti ''Sizi en az 1 hafta boyunca konuşurlar, sonra da arkadaş olmak isteyenler arkadaş, düşman olmak isteyenler düşman olur'' dedi. Biz Meriç'le birbirimize bakmaktan bir şey yapamadık. 

Dünkü yaşadığım macerayı çabuk unutmuştum. Meriç'e de bir şey dememiştim o yüzden. Ama unutmamalıydım. Hele o sözleri önemsemeliydim. Tabi ben bunu geç fark ettiğim için hastalık çoktan vücudumu sarmıştı..

4. saat derste çok sıkışasım tutmuştu. Hocanın yanına gidip izin aldım. Ve hemen lavaboya doğru koştum. Elbette gitmeden önce lavabonun yerini Günay'a sormuştum. Lavaboya vardığımda pisuvar olmadığını gördüm. Mecbur alafrangaya girdim...

İhtiyacımı giderince rahatlamış bir şekilde kapıyı açtım. Yüzümde rahatlamış bir ifade ve gülümseme vardı, gözlerim de kapalıydı. Ama gözlerimi açınca gördüğüm manzara o kadar da iç açıcı değildi. Lavaboların her birinin içinde ve aynalarda kan vardı. Rüya falan mı görüyorum dye kendimi cimcikledim ama hiç bir şey olmadı. Her şey gerçekti. Aynalara bakarken her birinde bir harf yazdığını gördüm. 5 ayna vardı, ve harfler karışık yazılmıştı. Sırasıyla 'E' 'L' 'N' 'İ' 'D' yazıyordu. Harflerin yerlerini değiştirerek kelime çıkarmaya çalışsam da becerememiştim. Zaten o korkuyla ne yaptığımı da bilmiyordum. Ben de hızla sınıfa gitmeye başladım.. Sınıfa girecekken zil çaldı. Günay'a söylemeyi düşündüm ama vaz geçtim, Merice'de sormak istememiştim. Geriye tek Semih kalmıştı. 

Semih'i bulum gelmesini istedim.Bir kağıt ve kalem alıp sırasıyla harfleri yazdım ve bir kelime çıkarmasını istedim. Semih 1-2 dk baktıktan sonra "Dinle olabilir" dedi. Nasıl bulduğunu sordumda ise "Tersten oku" dedi. Evet gerçekten de tersten okuyunca 'DİNLE' kelimesi çıkıyordu. Semih'e teşekkür edip yanından ayrıldım. Okulun içinde dolaşmaya başladım. İçimden kendimle konuşmaya başladım "Dinle..Ne demek olabilir ki bu? Neyi dinleyeyim?Dinlenecek bir şey yok.Bir şey söyleseler dinlerim..." 

Gerçekten o gün salaklık günümdü, bunun net bir şekilde farkındayım. Ama sanki çok sıkıntım varmış da kafam karışıkmış gibi hissediyordum. 

Akşam uyumadan önce son bir kez daha düşünmeye başladım. Yaklaşık yarım saat boyunca düşündüm. En sonunda "Anlaşılan ne olduğunu bulamayacağım..." dedim. Tam dalacaktım ki geçen gece duyduğum sözleri duydum "Alma.." Kafamı aniden kaldırıp etrafıma baktım. Ama hiçbir şey yoktu, herkes uyuyordu. Sessiz bir şekilde "Bi dk. Yoksa dinlemem gereken cümle bu mu?" dedim. Yani, başka cümle duymadığıma göre bu olmalıydı.

Varmam gereken sonuçsa şu oldu; Günay'ın aldığı anahtarı yerine bırakmam lazımdı. Ama Günay'ın anahtarı vereceğini sanmıyordum. Acaba olayı Günay'a mı anlatmalıydım?? Evet evet, olayı Günay'a anlatmalıydım. Belki bana inanıp anahtarı verirdi.. Ama ya inanmazsa?? O zaman da zorla alacaktım başka çaresi yoktu.

Sabah ilk işim, olayları Günay'a anlatmak oldu. Günay'ın verdiği cevap ise hiç şaşırtıcı değildi "Ya oğlum saçma sapan konuşma, olur mu öyle şey? Yani mantık dışı... Böyle oyunlarla da bir daha benden anahtarı almaya çalışma.. O anahtarın nereye ait olacağını bulcam ben."

Anlaşılan anlatmak işe yaramamıştı. O halde ben de zorla alırdım. Aynı günün akşamı herkesin uyumasını beklemiştim. Yarım saat dayansam yetiyordu zaten. Meriç kafayı yastığa koyduğu gibi uyurdur, Semih'de 10-15 dk uyuyordu *telefonla oynamaktan anca*, Günay'da bir şeyler düşünüp uyuyordu. Bu olayların hepsi maksimum yarım saat alıyordu.

Herkesin uyuduğundan emin olarak kalktım yataktan. Yavaşça Günay'ın oraya doğru yürüdüm. Yanındaki çekmeceli küçük dolapı açıp içini karıştırdım. Ama nafile. Anahtar orda değildi. Gardroba baktım orda da yoktu, okul kıyafetine bile baktım yoktu. Tekrar Günay'ın yanına gelip yatağına bakmaya başladım. Bakarken Günay diyer tarafa döndü, ben de fark etmesin diye eğildim. Gözlerim Günay'daydı tabi. O döndükten sonra tekrar Günay'a baktığımda yastığının altında demir bir şey gördüm. Yavaşça demir şeyi yastığın altından çekip aldım. Bingo,bu anahtardı! Yarın bırakmayı düşündüm ama Günay ben bırakamadan anahtarın olmadığını fark edip benim bölgeyi tarayabilirdi ve bu nedenle de tekrar anahtarı kaptırabilirdim. Sırf bu nedenden dolayı anahtarı şimdi yerine bırakacaktım.

Eşsiz sessizlik özelliklerimi kullanarak yurttan çıktım. Karanlık koridorda sessiz adımla yürümeye başladım. O arada elimdeki anahtara bakıyordum, içimden merkala "Acaba bu  anahtar nereye ait?" diye geçirdim. Merakım her adımda büyüyordu. Doruk noktaya ulaştığım zamansa durdum. Elimdeki anahtara baktım ve alçak sesle "Nereye aitsin sen?" dedim. Bulunduğum yere bakmak için kafamı sağa çevirdiğimde ise bayağı şaşırdım. Çünkü bizim yasak olan kapının önünde duruyordum. Kapıya tekrar baktım ve bir şey fark ettim. Bir anahtar deliği vardı. Kör olduğumu düşünmeye başlamıştım. Geçenki olmayan anahtar deliği şimdi mi vardı? Sanırım öyle çünkü Meriç'de orda anahtar deliği görmemişti. "Yoksaa.. bu gizemli anahtarın açtığı kapı bu mu?" diye düşündüm...

Yaramaz LiseliWhere stories live. Discover now