Bölüm - 8

2.6K 150 29
                                    

  Sözlerimi tutan bir insanımdır ve saat henüz 12 olmadı, YEY! Neyime güvenip yarın yayınlarım dedim bilmiyorum, bu bölümü daha uzun yapmayı planlıyordum oysa ben. Yetişmedi, kusura bakmayacaksınız artık.

   Multiye koyacak bir şey bulamadım, ben de Deniz'i koydum. Bu fotoğrafını görünce birkaç dakika süzmüştüm sanırım, çok tatlı değil mi?

Normaldi. Yemek, beklediğimin aksine sıradan devam etmişti. Tabii asık suratlı adamın daha sempatik şekilde bana birkaç soru sorması ve topuzlu kadının bir başka boğucu sevecenlikle benimle sohbet etmeye çalışması dışında. Duru'nun rahatsızlığımı hissedip konu değiştirme çabalarına değinmiyorum bile...

Ve o an Duru çalışmanın yeterli olduğu ve eğlenme vaktinin geldiği hakkında bir şeyler söylüyordu bana, kelime seçiminin yanlış olduğunu bir gün ona birinin söylemesini umuyordum çünkü ben uğraşamayacaktım.

"Geç oluyor zaten, çalışmayacaksak gideyim."

Duru yakınırken ben çoktan ayağa kalkıp çantamı toplamıştım bile. O sırada Meral hanımın –topuzlu kadının ismini yemekte öğrenmiştim- sesini duydum, gelmek için izin istiyordu. Duru'nun izniyle içeri girdiğinde gitmeye hazırlandığımı görmüş olmalıydı ki "Biraz daha kalsaydın Rüzgar'cığım," dedi yapmacık şekilde, ama artık o yapmacıklık kadının doğal haliymiş gibi hissettirmeye başlamıştı.

Ben de son derece sahte bir gülümse bahşedip "Teşekkür ederim Meral abla, ama ben gideyim artık." dedim kadına. Meral hanım 'bu çocuğu sevdim,' bakışlarından atarken Duru'ya, sebebinin ona 'abla' diye hitap etmemden çok, sahte gülümsemem olduğunu düşünüyordum. Bu evde sahtelik mükemmel karşılanıyor gibiydi.

Sonunda ana kapının önüne geldiğimde Engin beyin –ve bu da, asık suratlı adam oluyor- salonda bir şeyler okuduğunu görmüştüm. Bu bana çocukluğumdan birkaç kareyi hatırlatsa da belirgin farklar da vardı, resmin odağındaki kişinin farklı olması gibi. Öte yandan, Engin beyi yine de babama benzetmiştim. Pek konuşmuyordu, anında sinirlenip anında yatışan tiplerdendi ve yüzü hep asıktı.

Ona ayrıldığımı söylemem gerekip gerekmediğini bilmiyordum, neyse ki adam yerinde bana seslenerek beni bu dertten kurtardı. O da insanlarla içli dışlı olmayı sevmiyor gibiydi, işime gelmişti tabii.

Sonunda evden çıktığımda sağanak yağmur olduğunu görmek olumlu ve olumsuz hisleri aynı anda yaşamamı sağlamıştı. Üstümdeki ceketin kapüşonu olduğunu görmek şemsiyem olmadığı için kendime sövmemi engellemişti, hızlı adımlarla sitenin çıkışına ilerledim. Yakınlarda bir taksi durağı olduğunu gelirken görmüştüm, yeterince param da vardı.

Siteden henüz çıkmamıştım fakat yine de etrafta kimse yoktu, İstanbul gibi bir şehir için bu tuhaf değil miydi? İnsanların gökyüzünün ağlamasından neden uzaklaşmak istediklerini kavrayamıyordum. İnsanlar da ağlardı, aslında insanın da içince bulunduğu 'hayvanlar' kategorisindekiler de, ve hatta belki diğer canlılar da ağlıyordur fark etmesek de...

Elbette her zaman duygusallıktan ağlanmıyor, fakat bir canlı olmamasından olacak, gökyüzünün hep duygusallık yüzünden ağladığını düşünmüşümdür. Evet, bu biraz tuhaf, ama bence gerçekten canlılar vücutları ihtiyaç duyduğunda ağlıyordu yalnızca, diğerleri de 'timsah gözyaşları' kategorisine giriyor olmalıydılar. İstisnalar olabilirdi, onlara sözüm yoktu fakat bu da güçsüzlüklerini gösterirdi. Sonuçta ağlamak gerçekten karşısındaki insanda acıma duygusu uyandırıyordu, teslim olunmuşluk, utanmışlık, ve daha ne çok şeyi simgeliyordu ağlamak.

Gri [BoyXBoy]Where stories live. Discover now