ALTINCI BÖLÜM

28.6K 1.9K 124
                                    




                  

Saate baktım, saat sabahın dördüydü. Nedense uykum kaçmıştı. Tabi nedense lafın gelişiydi. Kafamda o kadar çok düşünce vardı ki, uyuyamamam çok normaldi. Birkaç gündür, fırtına gibi geçen tempo, zaten beni yormuştu; üstüne bir de stresi, heyecanı, kalp bile dayanmazdı. Başarmıştım. Kendim bile inanmıyordum ama gerçekten başarmıştım. Benden beklenen her şeyi harfiyen yerine getirmiş, sonunda da yüklü bir para kazanmıştım. Birkaç hafta daha bu başarıyı korursam, iki hafta sonra gerekli olan meblağı toplamış olurdum. Yine de, yarın akşam farklı bir mekana gidecek olmak beni geriyordu. İki gecedir gittiğim yere alışmıştım. Belki de Kaşıbeyaz'ı tekrar görmek istiyordum. Nedense adamın gizemli, derin bakışları insanı çarpıyordu. Onunla oynamak nasıl olurdu acaba? Karşılıklı...mesela Poker!Elbette ben titreyen ellerimi ve çarpan kalbimi kontrol altına alırsam. Bu düşünce beni gülümsetti. Kapıda ufak bir hareket olunca başımı o yöne çevirdim. Arda, belinden düşmek üzere olan şortu ve karmakarışık saçlarıyla karşımdaydı. Saçlarını kaşıyıp, biri neredeyse tamamen kapalı şiş gözleriyle bana baktı.

"Ne halt etmeye ayaktasın bu saatte!"

"Oo Arda Bey, sen bu evde kalır mıydın?"

Kendini, pembe renkli Josephine koltuğuma, deyim yerindeyse atarak;

"Yaa, abla ya, bir de sen başlama"dedi.

Çok nadiren, o da kızdırmak için bana abla derdi. Aramızda sadece iki yaş vardı.

"Sen bana abla dersen, bak ben seninle daha ne çok uğraşırım görürsün."

"Şaka yaptım, güzel ab... Ay pardon! Hazalcığım demek istedim."

Birlikte, sanki dünyanın en komik fıkrasını dinlemiş gibi gülüştük. Çok sık bir arada olamasak da, buluştuğumuzda iyi anlaşırdık. Tabi Arda'nın babamdan etkilendiği ve huysuzlaştığı dönemler hariç! Hele şu dönemdeki çaresizlik, onu iyice gergin ve mutsuz biri yapmıştı. Babam onun omuzlarına, bu genç yaşında kaldıramayacağı kadar çok şey yüklemişti. Haftalardır ilk defa güldüğünü görüyordum. Ayılmıştı. Güzel gözleri neşeyle parlıyordu.

"Hah şöyle yola gel bakalım Arda Bey! Alt tarafı benden yirmi bir ay küçüksün."

"Öyle deme, kadınlar için bir ayın bile önemi var. Geçen gün Selin'in bir arkadaşına, Aaa! Ben senden üç ay küçükmüşüm, derken yüzünde beliren mutluluğu gördüm. Resmen ağzı kulaklarına vardı."

Kahkahayı bastım.

"İlahi Arda, duysa seni öldürür. Sahi Selin nasıl, bayağıdır görmedim? Sen onda kalıyorsun diye, bize hiç uğramaz oldu."

"O da benim stresimden etkileniyor tabi. Kendi dertleri de var. Okul bu sene bitiyor biliyorsun. Ailesi memlekete dönmesi konusunda ısrar ediyor. İlişkimize özen gösteremediğimiz için, çok da iyi değiliz anlayacağın."

"Haklısın Arda, o kadar boğuldun ki işlerden, özel hayatının etkilenmesi çok normal."

"Ne diyorsun Hazal! Hiç birimiz bu aile için senin yaptığın fedakarlığı yapmadık. Kolay cesaret edilecek bir şey yapmıyorsun. Belki de eğitimini, kariyerini, ismini riske atıyorsun. Umarım babam bu yaptığını takdir eder."

Son cümleyi kurarken başını önüne eğmiş, sesi kısılmıştı. Ne olursa olsun, bugüne kadar babamın aleyhine hiçbir şey söylememişti. İlk defa onun sesinde yargılayan bir tını duymuştum. Sadece onayladım.

"Umarım."

Kalkıp alnıma sıcak bir öpücük kondurdu.

"Hadi yat artık. Hepimizi stresli günler bekliyor."

KAŞIBEYAZ (RAFLARDA)Where stories live. Discover now