-8-

8.9K 545 45
                                    

İniş tamamlandığında ayağa kalkıp belimi esnettim ve çıkışa doğru koştum. Aslında koşmaya çalıştım çünkü birden kulaklarımda yankılanan o sert öksürükle yerime çivi gibi çakıldım. Alkım Tanay'ın çivi gibi sert sesi. Öksürüğü bile sert kadının! Sinirle olduğum yerde durdum. Alkım Tanay ağır hareketlerle üzerini düzeltti ceketini giydi ve ilerleyip kapıyı açtı. Arkasından sakince onu takip ediyordum. Etrafına bakındı. Ajandaya saati not etti. Köşede duran seyahat çantasını ve bavulu aldı ve çıkış kapısını açtı. O sırada uçağa merdiven dayanmıştı. Alkım Tanay'ın arkasından inerken ayağım kaydı ve tam yuvarlanacakken elimi tuttu ve düşmemi engelledi.

Ne kadar da iyi bir kadın! Elinden bavulunu aldım. O da bizi bekleyen adama doğru dönüp tokalaştı. Adam beni süzdü. İkisi de İngilizce konuşmaya başladı. Ben ise elimde bavul ile Alkım Tanay'ı takip ediyordum.

"Sen burada bekle. Hemen geleceğim."

"Tabii efendim."

Adam ile uzaklaştı ben havaalanının girişinde dikilirken onlar yavaşça kayboluyordu uzun koridorda. Son gördüğüm şey adamın kolunu Alkım'ın omuzuna attığıydı. Ya sen nasıl kolunu benim bir tanecik, platonik, sevgilim, aşkım, bebeğim, çiçeğim, böceğimin omuzuna atarsın sen ya?

Kimsin ki sen!

Tanay gittikten on dakika sonra bir adam yanıma geldi ve bana içecek ikram etti, ben de reddettim. Sandalye getirdiler. Oturup Alkım'ı bekledim. Ay tabii o gelebilseydi her şey başka olurdu. Dile kolay tam 35 dakika beklemişim onu orada. Hareketsiz. Kimseyle konuşmadan onu bekledim. 35 dakika sonra yanıma geldi ve bilin bakalım kim azar işitti; Ben!

"Neredesin sen! Yanına çocuk yolladım. Sana gelmen gerektiğini söyledim. Ama çocuk. Senin gelmemekte ısrarcı olduğunu söyledi."

"Bana benim yanımdan ayrılma deyip beni bırakan sizsiniz Bayan Tanay."

"Of Aybars. İnsanı çok yoruyorsun. Takip et beni."

Peşinden hızlı hızlı ilerleyip bizi bekleyen siyah araca bindik. Bizi bekliyordu herhalde çünkü kapı açık duruyordu ve Alkım tereddütsüz ona bindi. Ben de peşinden tabii. Allah, Allah. Demek çok yoruyorum. Kırdın beni god damn it.

Arabada o telefonu ile uğraşırken ben dışarıyı izliyordum. Mükemmel kadın benimle beraber hem de tüm gece. Bu güzel kadının benimle olması için ne sevap işlediysem şükürler olsun. Diyordum ki Alkım beni çimdikledi.

Evet çimdikledi! Bacağımı! "Ne yapıyorsun be!"

"Hayaller âleminden başka türlü çıkamıyorsun. Ne yemek istersin diye sordum."

"Şey ben vejetaryenim."

"Sen mi? Vejetaryen! Ben de bu kız neden uçakta tavuk yemedi diyordum. Vay be. Senden vejetaryen çıktı ha! İlginç!"

"Nedir bu kadar ilginç olan? Sevmiyorum hayvan yemeyi. Onlara kıyamıyorum. Neden sanki kötü bir şeymiş gibi bakıyorsunuz ki bana. Bir kere hayvan yemek bize iyi gelmiyor. En azından bana. Ben sebzelerimle mutluyum. Kolesterolüm de mutlu. Ve şekerim de. Yani akyuvarlarım, alyuvarlarım hepsi mutlular."

"Mutlu olduğunu anladım tamam. Sebzeli bir şeyler buluruz sana. Ha bu arada, biliyorsun ki ayrı odaları tek oda yaptım ilgi çekmeni istemiyorum. Duş alırsın sonra da dinlenirsin. Beraber yemeğe ineriz. Oldu mu?"

"Oldu."

"Peki ya bu seni beklettiğim için bir özür olsaydı. Sen bu özrü kabul eder miydin?"

"Eğer bu beni 35 dakika boyunca orada diktiğiniz için bir özür olsaydı. Aslında kabul etmemem gereken bir olay olmasına rağmen iyi kişiliğiniz ve güzel düşünceleriniz sebebiyle kabul ederdim."

"O halde. Seni 35 dakika boyunca orada diktiğim için özür dilerim. Bir akşam yemeği ısmarlarsam, affeder misin?"

"Sen yapsaydın evet."

"Onu da Türkiye'ye dönünce hallederiz."

"Söz mü?"

"Söz!"

"Peki, o zaman şimdilik kabul olsun. Ama döner dönmez bu özür unutulur yenisi beklenir."

"Hay hay genç kadın. Ne dersin şehir güzel mi?"

Sokaktaki büyüleyici ışıklara baktık. Alkım benim tarafıma bakmak için hafif eğilmişti. Bana yakındı hem de çok yakın. Hareket etmeden saçlarının o güzel kokusunu içime çektim. "Benim hoşuma gitti."

"Kokusu çok güzel." Ne ne dedim lan ben! Kafasını bana çevirdi ve gözlerime alaycı bir tavırla baktı.

"Neymiş kokusu güzel olan!" İki dakika başımı belaya sokmasam ha? Olmaz mı Tanrım! Alkım gözlerini kırpıştırıp bana baktı.

"Çiçek, çiçek çok güzel..."

"Yaa..." diye mırıldandı umursamaz bir tavırla. "Öyledir." gözlerini dışarıya çevirdi ben de uzaklara doğru çevirdim... Daha olayın başındaydık ama bilmem kaç pot kırmıştım... Vakit sanırım geçmek bilmiyordu...

Kendime bir söz vermek zorunda gibi hissediyordum... Sanki ona gerçeği söylemeden bu seyahati bitiremeyecekmişim gibi geliyordu. Ama ona söylersem çok büyük bir ihtimalle bu kadar erken olduğu için sorun olacak. O sorun etmese bile ben sorun edeceğim.

"Aybars bence Türkiye'ye dönmeden dilinin altındaki baklayı çıkartmalısın. Biliyorsun susmak ya da gizlemek bir çözüm değil. Benim hakkında kötü düşündüğünü düşünmeye başlayacağım artık... Yani... Bu da insanı üzüyor. Ah bilirsin. Eğer kötü bir insansam ya da sıkıcıysam. Bunu bana söyleyebilirsin ufaklık."

"Bayan Tanay sizinle olmayı çok seviyorum. Zeki, komik, otoriter ve hayat dolusunuz. Ama ben böyle bir insanım. Zorum. Biraz da hırçın. Sinirlendiğim için beni affedin. Burası çok sıcak. Ben ise terlemekten nefret ederim. Sizinle ilgili konuya dönersek... Nefret edilecek biri değilsiniz emin olun. Şu 13 saat benim hayatımın en şanslı saatiydi. Ve şansım devam ediyor."

"Benim yanımda olmak bir şans mı?"

"Ya sizin bana bakmanız bile bir şans Bayan Tanay. Size söyledim. Şu an kaç erkek benim yerimde olmak istiyor Allah bilir. Sedat bile üzüldü."

"Şu arkadaşın. Onunla konuşmak ister misin? Ya da Anneannen ile?"

"Konuşabilir miyim?"

"Elbette."

"Duştan sonra konuşsam olur mu acaba. Şey bir de Anneannem bana inanmayacağı için. Sizi devreye sokarsam. Kızmazsınız değil mi Bayan Tanay?"

"Sorun yok."

Gülümsedi. Hah Alkım böyle ol canımı ye ya! Tatlım benim. Ne de güzel gülümsüyorsun sen öyle. Hanimmiş Aybars'ın bir tanesi.

Derken araba yavaşladı Alkım kaşlarını çattı. Bana sert baktı. Evet, bu ne demekti! 'İniyoruz Aybars. Bana Efendim de ve sözümden çıkma.' Sen nasıl istersen Alkım...

Beraber arabadan indik. Ben bavulu alacakken bir görevli benden önce davrandı. Alkım'ın peşinden koştum. Kimliğini ve pasaportunu gösterip oda anahtarımızı almaya çalışıyordu. Kadın bana baktı. Alkım ise benim görevli olduğum hakkında İngilizce bir şeyler geveledi. Ne bileyim. İngilizce pek sevmem. "Beni takip et."

İtiraz etmeyi bırakın. Nefesimi tutup ses bile çıkartmadan, Alkım'ı takip ettim. Bavul taşıyan çocuk da arkamızdaydı. Üçümüz beraber asansöre bindik. Sanırım 4.katta durduk. İlerledik ilerledik. Ve beyaz boyalı altın rengi tokmağı olan D1798 numaralı odanın önünde durduk. Alkım kart ile kapıyı açtı. Bavulu alıp teşekkür ettim. Bahşiş vermedim. Ah, terbiyesiz değilim bahşiş vermem gerektiğini biliyorum unutmadım da ama yanımda gram para yok. Neyse ki onu da Alkım halletti. "Gel bakalım."

"Peki efendim."

Ben de içeri girince kapıyı kapatıp kilitledi. Bavulu köşeye koydum. Alkım benden önce odaya daldı. "Tek yatak var." İkimiz de aynı anda kapı eşiğinde durmuş yatağa bakıyorduk. Çift kişilik o kocaman yatağa.

"Ben koltukta yatarım." Bu beklenmedik cümlesi üzerine Alkım'a baktım. Ne yani. O mu koltukta yatacak. Ya ben. Kıyamam ki.

#KalbiDengem

Gökyüzündeki İki KadınWhere stories live. Discover now