Bölüm 20

53.5K 3.7K 643
                                    

5 gün sonra

Akşam güneşinin boyadığı gökyüzüne bakmak için başımı kaldırmak istedim lakin düşeceğimi, dengemi kaybedip kendimi öldüreceğimi anladığımda gülerek başımı kollarıma kadar eğdim ve bağırdım. "Kusacağım!" Üstünde olduğum kurt hırladı ve tırnaklarını taşlara, topraklara geçirerek kendisini daha da hızlı hareket ettirmeye çabaladı. Seze dimdik yukarı çıkıyor, beni de düşürmemeye çalışıyordu.

Saatlerdir onunla birlikte koşuyor, ormanı geziyordum ve artık Drogo'nun yanına gitmem gerekiyordu. Tepeye gelecek, beni her zamanki buluşma noktamızdan alacaktı.

Seze, ön ayaklarını kullanarak yukarıya hızla sıçradı, bizi tepeye çıkardı. Sonunda doğrulduğunda başımı yavaşça kaldırdım, hızdan dolayı dağılmış olan saçlarımı yüzümden geriye ittirdim ve karşıma baktım.

Bazı manzaralardan asla bıkmıyordum, her gördüğümde aynı heyecanı yüreğimde hissediyordum ve şu an Karanlık Orman'a ilk aşık olduğum yerdeydim. Sınırları kapatan kara dumanlar bile buradan görünmüyordu, sadece mucizenin izleri gözler önündeydi.

Karanlık Orman'ın zirve noktalarından birinin üzerindeydim. Batan güneş tam karşımda kalmış, gökyüzünü sıcak tonlara bürümüştü. Güneş içimi ısıtmasa bile baktığımda gördüğüm renkler ve manzara beni sıcacık yapmıştı. Tepenin altında yemyeşil bir alan kalmıştı. Karanlık Orman'ın metrelerce uzun ağaçları bile üstünde bulunduğum tepeye yetişemiyordu. Ağaçların en tepe noktasından kuşlar uçuyor, bulutlara doğru yol alıyordu ve koca kuşlar bile bulunduğum yerden karınca kadar küçük görünüyordu.

Seze'nin üstünden indim ve ileriye geçtim. Derin bir nefes aldım, ormanın temiz kokusu içime doldu. Gözlerimi uzak noktalara çevirdim. Ağaçların arasından akan nehri görüyordum, şelale ise uçurumun ardındaydı. Nehrin kenarından koşturan hayvanlar olmalıydı, üstünden geçmeye çalışanlar ve minik göllerde yüzenler... Orman ayaktaydı, ben ise yukarıdan izleyebiliyordum.

Gözlerimi ışığıyla almayan, artık rahatça bakabildiğim güneşe doğru döndüm ve hiç uğramadığım tepeleri izledim. Ağaçların ve manzaranın ardındaki dağlar, bulutların ve sislerin arasında kalmıştı. O dağların ardına geçememiştim, hiçbir hayvan zirvesi görünmeyen o tepeye çıkamıyordu, çıkılamayacak kadar dikti ve üstünde sürekli bulutlar gezerdi. Ne kadar yukarıda olursam olayım göremediğim zirveye erişemiyor, sisin ardındakini göremiyordum. Drogo beni oraya hiç çıkarmamıştı ama bir gün sisin ardını görebileceğimi söylemişti.

Sisten gözlerimi çektim, Drogo'nun mağarasının olduğu tepe noktalarına, ardından onunla birlikte oturduğum ve uçurumu izlediğim alanlara döndüm. Birlikte vakit geçirdiğimiz bölgeleri izlemeye başladığımda uzaklardan, arkamdan gelen güçlü sesleri duydum ve tebessüm ettim.

Ağır bir biçimde hareket ettirdiği devasa kanatlarının çıkardığı ses duyduğum ilk ses oldu. Evimize bakarken gözlerimi tekrar kapattım, bana yaklaşmasını bekledim. Alçaldığını duydum, kanatlarını kırdı ve yere inmek için hareket ettirdi. Son çırpışıyla birlikte saçlarım havaya kalkıp yüzüme çarptı.

Üstüne bastığım çimenler kadim ejderha yere indiğinde oynadı. Kanatlarını kapatışını, bedenine tekrar bastırdığını duydum ve eğildiğini hissettim. Bütün sırtımda onun sıcacık nefesini hissettiğimde kıkırdadım.

'Valerie,'

Gözlerimi açıp ona döndüm. Ateş gibi hareket eden, kullandığı alev kadar mavi olan irisleriyle buluştum. Simsiyah, hiçbir kesici aletin delemeyeceği kalın derisinden dikenler çıkıyor ve kanatlarının üzerine doğru bu dikenler yol şeklinde gidiyordu. Başını neredeyse çimenlerin üzerine dayamıştı, benimle göz göze kalmak istemişti ama yine de benden yukarıdaydı. Pençelerinin altında bir böcek gibi can verebilirdim. O kadar büyüktü ki Drogo'nun üzerine kanatlarını bir merdiven gibi kullanmadan çıkmak imkansızdı. Hareket eden irisleri gözlerini açıp kapattığında parladı, ardından sıcacık nefesini üzerime üfledi.

ANWAWhere stories live. Discover now