Kırk İkinci Bölüm

45.7K 3.1K 219
                                    


Son zamanlarını meşgul eden tek gündem maddesi az önce bir arabayla uzaklaşmıştı. Karanlığa dağılan ışıkları ağaçlık alanda nerede oldukları konusunda ipucu veriyordu. Saniyeler içinde de kayboldu.

Leyla Karaca!

Hayranlık uyandıracak kadar cesur, şaşkınlık yaratacak kadar farklı, bağımlılık yaratacak kadar egzotikti. Aylar önce şu yolun az ilerisinde kendini zorla alıkoyan bu kadın, şimdilerde gününün büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Leyla Karaca nerede? Leyla Karaca kimlerle görüştü? Leyla Karaca ne yedi? Ne yaptı? Ne aldı? Ne? Ne? Ne? Bir kadınla bu kadar ilgilenmiş miydi hiç? Önemsemiş miydi? Aklından geçenleri merak edip analiz etmek için bütün düşünce mekanizmasını zorlamış mıydı? Ne hissettiği konusunda endişelenmiş miydi?

Buna Stockholm Sendromu teşhisi koyabilir miydi?

İyi de o iki günlük saçma sapan durumun içinden çıkalı aylar oluyordu.

Leyla Karaca'ya karşı hissettiği bu karmaşa çok daha farklıydı. Verdiği tepkiler aklını başından alıyor ve beraberinde yanında durmayı güçleştiriyordu. Onu korkutmamak adına birçok arzusunu paspas altına itmek medeniyet ilmi yapmış bir erkek için dahi zordu. Leyla'yı istiyordu. Her anlamda... Her şekilde... Bütün çatışmalarına rağmen hazırdı. Bir ampul tarlası içinde gerçek bir yıldız bulmuştu. Ruhu parlak, gözleri canlı, yaşam gücü sonsuz... Zorlukları göğüsleyen, mücadele eden ve azmi ile daha fazla ışıldayan...

Geçmişinde dolaşan karabasanı bulacaktı.

"Sevgiye değer vermeyenleri gördükçe çıldırıyorum."

Şüphesiz anahtar cümle buydu.

Sevgisinin değersiz kılınması... Bir kere tecrübe etmiş olmak, duygu akışındaki kontrolünü açıklıyordu. Hissettikleri konusunda bilinçliydi. Yaklaşan bir duygunun kendisini ne derece etkileyebileceğini ölçüyordu. Bir tehlike görürse derhal uzaklaştırma çabasına giriyordu. Canının en çok sıkıldığı nokta buydu. Leyla Karaca kendinden korkuyordu. Duygularından korkuyordu. O akşam yemeğindeki ilk tespitinden bu yana artık şüphesi kalmamıştı.

Önce kendini yaşamayı keşfetmesi gerekiyordu.

Korkularının ne kadar yersiz kaldığını görmesi gerekiyordu.

Bu uyanışı sağlamakta kararlıydı.

Leyla Karaca'yı deli dolu yaşamak için ona kendini neden soyutladığını göstermeliydi. Viyana gezisini kabul etse işi çok daha kolay olacaktı. Kale duvarlarını aşmadan alçak bariyerleri geçemeyeceği açıktı. Issız bir adaya kapatma fazlaca işe yarayacak bir çözümdü. Hem bütün tehlikelerden koruyabilir hem de dikkatini dağıtan tüm unsurlardan uzak tutabilirdi.

Tehlikeden bahsetmiş iken...

Telefonu için odanın geri kalanını taradı hızla. Şarj ünitesine bağlı bir şekilde yatağının üstündeydi. "Hey Siri! Sinan'ı ara ve hoparlöre ver." Telefon hemen tepki gösterdi. Sesin bluetooth aracılığı ile ses sistemine aktarılmasıyla bağırmasına gerek kalmayacaktı.

"Efendim."

"Müsait misin, Sinan?"

"Çalışıyordum. Seni dinliyorum."

"Gerald ile ilgili bir gelişme var. Leyla, bugün burnunu patlattı."

Bir anlık duraksamadan sonra bütün evi inleten kahkaha serisi başladı. "Ne yaptı?" Gülmekten ötürü doğru düzgün konuşamıyordu. "Leyla Karaca, Gerald'ı haşata mı çıkardı?" Son zamanlarda aldığı en iyi haberdi ve bunu gizlemedi. "Dostum! Bu kadın idolüm. Yanımda üç tane Leyla Karaca gibi avukat olsa adalet ilmini yeniden yazarım."

"Eğleniyorsun bakıyorum."

"Allah aşkına, nasıl eğlenmeyeyim?" Boğazını temizledi. "Bunu nasıl... Yani Leyla nasıl..." Dayanamadı ve yeniden kahkahalarını serbest bıraktı. "Orada olmalıydım. Görmeliydim." Tekrar boğazını temizleyerek sordu. "Nasıl yaşandı bu?"

"Ciddi misin?"

"Hayır, değilim."

Sinan, durduramadığı bir kahkaha krizi ile delirmesine sebep olmak üzereydi. Dışarıdan bakıldığında ne kadar komik olabileceğini kestirse de durduğu noktada oldukça ciddiydi. "Hastane kayıtlarında Gerald'ın adının yer almadığından emin olmalıyız."

"Bir kerede sorunla gelme, Artuklu." Sesindeki eğlence kaybolmuş ciddiyetinin ağırlığı artmıştı. "Bizimkilerden birini gönderiyorum. Bakalım durumlar neymiş?" Final sorusuna geçti. "Bu görünmezliği daha fazla sürdüremeyiz, Ayaz. Yarın akşam ülkeden ayrılmalı." Ankara'daki ağırlığın da bir yere kadar olduğunu dillendirmesi gerekmezdi.

"Santorini'ye geçecek."

"Güzel."

Camları boylu boyunca geçip arka tarafa bakan koltuklara geçti. "Kadın ile ilgili olarak bir gelişme var mı? Konuşmuyor mu?" Bir şekilde tüm bilgilere ulaşmak zorundaydılar. Neden Elif Subaşı? Neden o hastane? Nasıl haberleri oldu? Nasıl ulaştılar? Nasıl kaçtı? Kim yardım etti? Soruların bir sonu yoktu. "Kadını konuşturmalısın."

"Pek mümkün gözükmüyor."

"Konuştur kadını, Sinan."

"Şiddet uygulayacak halim yok."

"Ayarlayabilirim."

"Bu sebeple eline bırakmadım." Aldığı nefesin sesi tısladı. "Kan ve doku örnekleri aldım. Adli tıp veri tabanı ile karşılaştırılıyor. Bir şeyler çıkmasını umuyorum. Bazı tanıdıklardan yardım istedim. Sonuçları beklemek durumundayız. Bu süreçte denemeye devam edeceğim."

Bahsi geçen süreç nereye kadar uzanıyordu? Cevabını alamayacağı soruyu dillendirmeye tenezzül bile etmedi. "Cevapları istiyorum, Sinan."

"Biliyorum. Bulacağım."

Arama sonlandı. Huzursuzluk içinde yerinde kıpırdandıktan sonra ayaklandı.

Sakin ve huzurlu tablo karşısında tedirgindi. Olayların bir noktada patlak vereceğini hissediyordu. Bugün, yarın, gelecek hafta... Bu kadar yaklaştığı gerçekleri bir an önce sonuca ulaştırmalıydı.

Bilhassa Leyla Karaca'dan önce...

Damat Kaçırma (Final)Where stories live. Discover now