один

1.1K 96 57
                                    

ve her şey yanıyor,
parıldıyor,

arabanın motorunu çalıştırıp başını koltukta geriye attı. pek de uzun olmayan ancak onu her seferinde fena halde yoran yolculuklardan bir yenisine daha çıkacaktı. bundan nefret ediyordu seokjin, her seferinde aynı şeyi tekrar tekrar yaşamaktan nefret ediyordu. istemediği halde, sürekli oraya gitmekten nefret ediyordu.

sevgilisi hoseok ile tartışmışlardı yaklaşık bir hafta önce. ve öfkeden deliye dönmüş olan hoseok da daha fazla dayanamayıp seokjin'i terk etmiş, yakın dostu olan jimin'in yanına kalmaya gitmişti. ilişkileri böyleydi onların. düzenli olarak biri diğerini terk eder, ardından yine barışıp hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederlerdi.

"pekâlâ," derin bir nefes alıp direksiyonu kavradı ince ve uzun parmaklarıyla. "başlıyoruz!" arabayı çalıştırıp düşük hızda sürmeye başladı. gün batımına az bir süre kalmıştı, dışarısı henüz aydınlık sayılırdı. bulunduğu otobandaki araba sayısının da tek tük olmasıyla birlikte, trafik denen şeyin burada pek adı bile geçmezdi. seokjin'in geçtiği bu yol, şehrin merkezine epey uzak ve nüfusun seyrek olduğu bölgelerden birindeydi. kuş uçmaz dedikleri bölgelere bir nevi geçiş hattıydı.

radyoya uzanıp kanallarda atlamaya başladı. bu otoban yerleşim yerinde olmadığı için frekansı çeken kanalların sayısı da maalesef ki pek azdı. sürekli değiştirmesine rağmen kanalların cızırdayıp durmasına sinirlenmiş ve radyoyu kapatmak üzere olduğu sırada, sonunda bir kanaldan yükselen pürüzsüz bir ses işittiğinde tebessüm edip kapatmaktan vazgeçmişti.

geriye yaslandığında, duyduğu şarkıyı hemen tanımıştı.

"bir kişinin üzerine titriyor,
iki kişilik nefes alıyorum..."

şarkıcıya eşlik ederek mırıldanırken aynı zamanda yavaşça kafasını da sallıyor ve ritme ayak uyduruyordu. solundaki yarıya kadar açık olan pencereden içeri dolan hava seokjin'in yüzünü sertçe yalıyor ve kumral saçlarını uçuşturup birbirine karışmasını sağlıyordu. burnuna kadar düşmüş olan metal çerçeveli yuvarlak gözlüğünü ittirdi orta parmağıyla yukarı doğru. bunu yapmaya bayılıyordu, bunu her yapışında yanındaki hoseok'un sırıtmasını seviyordu. ancak bu anın diğerlerinden tek farkı, hoseok'un şimdi yanında olmayışıydı.

yalnız olduğu gerçeği bir tokat gibi suratına çarptığı vakit, çocuk gibi eğlenmeyi bırakıp yeniden gerilmeye başladı. bir an evvel jimin'in evine varmalı ve sevgilisini alıp dönmeliydi. dürüst olması gerekirse, sevgilisinin arkadaşlarından pek hoşlanmıyordu. belki de bunlar yalnızca seokjin'in kuruntuları olabilirdi ancak buldukları her fırsatta hoseok'un aklını çelmeye çalıştıklarını düşünüyordu. bu yüzdendir ki birçok kez kavgaya da tutuşmuşlardı.

sonunda otobandan çıkmış ve kırsal bölgeye girmişti. şimdi etrafında yalnızca üç dört araba kalmış, hava da kararmıştı. asfalt yol geride kaldığı için arabanın tekerini her an patlatabilecek güce sahip taşlarla, camlarla veya daha başka sivri şeylerle doluydu bu yol. her iki tarafı saran kısa çimenler de yanında süsüydü.

yolun sağ tarafında yükselen bir tepe vardı. tepede ise dağınık bir şekilde serpiştirilmiş evler bulunuyordu. evlerin arka tarafından ise ıssız bir ormana geçiliyordu. o ormana hiçbir zaman yolu düşmemesi için dua ediyordu her seferinde seokjin. çünkü biliyordu, seokjin öyle yerlerde hayatta kalamazdı. hayvanlardan korktuğundan değildi elbet, o şeytanlardan korkuyordu.

kendi halinde sürmeye devam ederken, nasıl olduğunu anlayamadığı bir şekilde karşı istikametten gelen kamyonu fark ettiğinde fal taşı gibi açıldı gözleri. üzerine doğru gelen kamyondan kurtulabilmek için direksiyonu sağa kırmaya çalıştığında işe yaramadı ve neler olduğuna anlam veremedi.

"siktir!"

beynine sıçrayan kan ve göğsünü yarmaya çalışırcasına atan kalbi onu iyice zor duruma sokuyor, korkusunu tavan yaptırıyordu. saniyeler içinde alnı ve alnındaki saç tutamları ter içinde kalmış, sırtından aşağı süzülen soğuk damlayı hissettiğinde bedeninden bir ürperti geçmişti. "olamaz!" diye bağırdı seokjin. "bu olamaz, tanrım lütfen yardım et! bu ıssız yerde bir başıma ölmek istemiyorum!"

arabayı durdurup kapıyı açmak ve kendini yola atmak istedi. ancak ne araba duruyor ne de kapı açılıyordu. sanki her şey bu anı sonuna kadar yaşaması için iş birliği yapmış ve onu öldürtene kadar duracak gibi de değildi.

"siktiğimin kapısı neden açılmıyor!?" kapıyı iyice zorlarken elinde kalan kulba öylece bakakalmıştı. artık kurtuluşu olmadığını düşünüyordu, şu dakikadan itibaren bir mucize gerçekleşebilir miydi? sanmıyordu seokjin, birazdan her şey bitecekti.

kapıyla uğraşmayı bırakıp yeniden önündeki cama baktığında, kamyonun şoförünün direksiyon başında uyuyakaldığını fark etti. "lanet olsun, direksiyon başında uyunur mu siktiğimin pezevengi?! her ikimiz de geberip gideceğiz burada!" ecel terleri döktüğünden ağzından çıkan kelimelere dikkat etmiyordu bile. kendini iyice salmıştı, küfrettiği için ona kızacak kimse yoktu nasıl olsa yanında.

"sanırım yolun sonuna geldim..." kurtulmaya dair içindeki tüm umutlar söndüğünde kafasını koltuğuna yaslamış ve kamyonun ona çarpmasını beklemeye başlamıştı. gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı. en azından buna hakkı vardı. ölüm anında korkudan titreyen birinden yapması beklenen en doğal hareketti. "üzgünüm hoseok," diye mırıldandı. "bu son ayrılığımızmış, seni seviyorum."

ve sonunda kırmızı kamyon, gri otomobile çarptı.

çarpışmanın etkisiyle her iki araç da sürüklenmiş ve seokjin'in aracı, kamyon ile kayalıkların arasına sıkışmıştı. direksiyonun ardından açılan hava yastığına başı çarpmış, arabanın kırılan camları ortalığa saçıldığında yastığı da patlatmış ve oğlanın başı bu kez sert bir şekilde direksiyona çarpmıştı. alnında açılan yarıktan süzülen koyu kırmızı kan hızla gömleğinin yakasından içeri doğru akarken, bedeni bir yaprak gibi bir ileri bir geri savrulan oğlanın yüzünden fırlayan metal gözlük, açık camdan dışarı uçmuş ve yoldaki taşların arasına düşmüştü.

yaklaşık bir dakika boyunca güçlükle nefes alıp vermiş ve hayata tutunmaya çalışmıştı. ancak sıkışan ciğerleri daha fazlasına dayanamıyor, içine dolan hava her seferinde ciğerlerini yakıyordu. yaşam gücü tükenen oğlanın sonunda nefes alış verişleri de kesilmişti.

her iki yanından sarkan ellerindeki seyiren parmakları duraksamışken, çatırdayan ön camdan düşen camlar oğlanın üzerine yağmaya devam ediyordu. radyodaki çalan şarkı ise bu ölüm sessizliğine sahip yoldaki tek ses kaynağıydı.

"ve her şey yanıyor, parıldıyor. biliyorum bu oyunu oynayabilirim, dolandıracağım bu altın çocukların hepsini..."

arabanın ön tarafından yükselen gri dumanlar göğe karışırken, diğer taraftan kamyonun şoförü de seokjin gibi son nefesini vermiş ve yüzü kanlar içinde duruyordu direksiyonunun başında. ancak onun şanslı olduğu bir konu vardı. en azından çarptığı çocuk gibi öldüğünü hissetmemişti. uykusunda vermişti canını.

yolun kenarında öylece duran bu iki aracı ve araçların şoförünü henüz fark eden kimse olmamıştı bu karanlık ve ıssız gecede. gün doğana kadar öylece duracaklardı kendi kanlarından oluşan gölün içinde. ardından tepedeki evlerde oturan insanlar enkazı fark edecek, bir umut kurtulabilen vardır diye yardıma koşacaklardı.

bölüm sonu


tüm bölümleri medyadaki şarkı ile okumanızı tavsiye etmekteyim ~

missio ; anthem for the broken

basübadelmevt | 2seokWhere stories live. Discover now