три

477 72 52
                                    

maalesef ki ağlamadan duramıyorum,

hastanenin bahçesindeki çimenlik alana oturmuş iki gençten biri ağlıyordu. diğeri ise arkadaşının saçlarını okşuyor, onu rahat ettirmek adına güzel sözler sarf etmeye çalışıyordu. ağlayan genç elbette ki hoseok, arkadaşı ise jimin'den başkası değildi.

"ağlama," diye fısıldadı jimin, eğilip dizlerinde yatan arkadaşının kulağına doğru. "eminim seokjin seni bu şekilde ağlarken görmek istemezdi." dünkü kayıtsız davranışları için çok pişmandı şimdi. ancak jimin böyle olacağını nereden bilebilirdi? her zamanki kavgalarından biriydi ve seokjin'in düzenli olarak evine gelip hoseok'u götürmesine alışkındı. eğer kumral oğlanın kaza yapacağını bilseydi öyle davranır mıydı?

dudaklarından usulca bir hıçkırık kaçtı hoseok'un. "d-duramıyorum..." dedi. "maalesef ki... ağla... ağlamadan d-duramıyorum..." kaşlarını çatıp çimenleri gücü yettiğince topraktan sökmeye çalıştı. kırgınlığı ve öfkesi büyüktü. seokjin'e kendisini öylece bıraktığı için hem kırgın hem öfkeliydi. 

keşke, diye geçirdi içinden. kaza yaptığında yanında ben de olsaydım. en azından sevdiğimle birlikte ölmüş olur ve ardından böyle üzülmezdim... keşke... keşke onunla olan tüm kavgalarımı telafi edebilseydim...

öfkeyle soluduğunda jimin'in içi burkuldu. elinden hiçbir şey gelmemesi ona niteliksiz hissettiriyordu. dünkü yaptığı şakanın gerçekleşeceğini hayal bile edemezdi. yani hoseok'un ona kalması konusunda olan.

seokjin'in cenaze töreni bir sonraki gün yapılacaktı. içi gidiyordu hoseok'un. sevdiğini toprağa vereceği gerçeği canını yakıyordu. biliyordu, korkardı seokjin. o karanlıkta, bir sürü ruhun arasında bir başına korkardı. artık yanında korktuğu zaman sarılabileceği bir hoseok da olmayacağı için bir başına yatacaktı ıssız mezarlıkta.

bunları düşünmek fazla yorucuydu hoseok için. o yüzden, en azından yarım saatliğine bile olsa güneşin altında ve çimenlerde uzanarak kafayı boşaltmayı umut etti ve yumdu gözlerini. uyuyacağını anlayan jimin ise, arkadaşının saçlarını nazikçe okşamaya devam etti.

  三  

vakit gece yarısı olmuş, hastanenin tüm oda ve koridorları boşalmıştı. etraf kuş uçmaz tabiriyle nitelendirilebilirdi. mavi floresan lambalarla loş bir şekilde aydınlatılan bodrum kattaki koridorun en uçtaki kapısının ardında morg bulunuyordu. kapı birkaç santim açık unutulmuştu ve bir yerlerden gelen rüzgar sayesinde hafif bir hava akımı oluşmuştu. 

içerisi, genel olarak boştu. yalnızca bir duvar boydan boya metal bir dolapla kuşatılmıştı ve dolabın bir sürü çekmecesi bulunuyordu. elbette ki her bir çekmecenin içinde defnedilmeyi bekleyen cansız bedenler bulunuyordu. 

çekmecelerden en uçta olan iki tanesi ise önceki gece kaza yapmış olan iki şoföre ayrılmıştı. altta yatan seokjin'in bölmesinde şu anda tuhaf şeyler olmaktaydı. karanlık çekmecenin içine hafiften de olsa floresanların ışığı sızıyordu ancak yine de zifiri derecede karanlık olduğu söylenebilirdi. kumral çocuğun çıplak ve pürüzsüz teninin üzerinden hafif bir hava geçip tenini okşadı. ardından bu hava, oğlanın aralık dudaklarından içeri girdiğinde, seokjin'in dün geceden beri kapalı olan gözleri bir anda açıldı. dudaklarından içeri giren şey aslında onun ruhuydu.

ve o anda, ölü çocuğun kalbi yeniden atmaya, kalbinden pompalanan kan damarlarında akmaya başladı. bu kan başta soğukken, saniyeler sonra ısınmış ve canlı bir insanın kanına benzemişti. işlevini yitirmiş olan ciğerleri de yeniden hava pompaladığında artık nefes de alıp verebiliyordu. yavaşça yerine gelen aklı eşliğinde, duygularını, düşüncelerini, hafızasını geri kazanmaya başlamıştı. küllerinden yeniden doğuyordu adeta seokjin. 

şu anda bu morg denen odada, ölmüş bir çocuk yaşamını yeniden kazanıyordu.

bedeni artık tam anlamıyla bir makine gibi işlemeye başladığında, nerede olduğunu anlaması biraz uzun sürdü çocuğun. ardından çekmecenin içindeki havanın azalmaya başlamasıyla oradan bir an önce çıkması gerektiğini fark etti ve ayaklarından güç alarak çekmeceyi dışa doğru sürmeye çalıştı. işe yarıyordu da. raylara oturtulmuş çekmece hareket etmiş ve çocuk loş da olsa aydınlığa kavuşmuştu. kendini biraz daha ittirip çekmecenin tamamen açılmasını sağladığında, yattığı yerden doğrulup ayaklarını yere sarkıttı. 

ses çıkarmadan aşağı atladığında ayakta durmakta zorlanmış ve hemen duvara yaslanmıştı. kolay değildi, tam bir gündür hareketsiz bir şekilde yatıyordu ve her yerinin ağrıya tutulması gayet doğaldı. hoş, şu an canlanmış olmasaydı bu ağrıları hissetmeyecekti bile. 

duvara tutunarak yürürken, tenini okşayan serin hava sayesinde çıplak olduğunu anımsadı ve etrafında giyecek bir şeyler var mı diye bakındı. giyebileceği hiçbir şey yoktu. ancak askılığa asılmış ve görevlilerin giydiği birkaç parça kıyafet hariç. gülümseyip askılığa doğru gitti ve kıyafetlere baktı. en çok ihtiyacı olan şey bir iç çamaşırıydı ancak şu an onu bulması mümkün değildi. askıdaki dizlerine kadar uzanan beyaz önlüğü giyip tüm düğmelerini kapattı. üzerinde bir elbise gibi durmuştu ancak hiç yoktan iyiydi.

aralık olan kapıdan çıkıp yalın ayak bir şekilde koridorda yürümeye başladı. yürürken cızırdayan lambaları duyduğunda meraklı bir çocuk edasıyla başını kaldırıp tavana bakıyor, daha sonra yeniden yürümeye devam ediyordu. merdivenleri sakince çıkıp giriş kata gittiğinde, danışma masasında gördüğü pet su şişesini eline aldı. bir gündür hiç su içemediği için kelimenin tam anlamıyla dili damağı kurumuştu ve içinin yandığını hissediyordu. 

sudan birkaç yudum içtikten sonra şişeyi bir eline alıp çıkış kapısına yöneldi. ancak kapının üstündeki güvenlik sistemini fark ettiği an geri çekildi. eğer yaklaşırsa alarmlar öter, her yer aydınlanır ve seokjin'in başı belaya girerdi. daha birkaç saat öncesine kadar ölü olan çocuğun nasıl şu an hayatta olduğuna hayret ederler, ardından hiç dinlemeden onu bir tımarhaneye tıkabilirlerdi.

buradan nasıl çıkacağını düşünüp etrafına bakınırken, danışmanın arkasındaki pencereleri fark etti. pencerelerden atlayabilirdi, giriş katta olduğu için de bir sorun olmazdı. hızla pencerelere ulaşıp bir tanesini açtı. dikkatli bir şekilde pencereden atlayıp çimenlere ayak bastığında, artık özgürlüğe kavuşmuş hissediyordu.

ancak bir sorun vardı. hatta bir değil, bir sürü. giysilerinin, telefonunun, cüzdanının, arabasının hatta sevgilisinin nerede olduğunu bilmiyordu. su ihtiyacını gidermişti ancak aç karnını nasıl doyuracağını bilmiyordu. parası yoktu, gecenin karanlığında üzerinde yalnızca ince bir önlükle sokaklarda yürümenin ne kadar güvenli ve mantıklı olacağını da bilmiyordu. seokjin şu anda hiçbir şey bilmiyordu. tek bildiği, başında bir sürü sorununun olduğuydu.

yorgun gözlerle etrafına bakındı ve ne yapması gerektiğini düşünmeye çalıştı. düşünmekte bile zorlanıyordu çünkü zihnini fazla yorgun hissediyordu. kolay değildi sonuçta, hayatında ilk kez ölümden sonra yeniden canlanıyordu. ve uyandığı andan beri tek bir kelime etmemesi de buna bağlanabilirdi. henüz bunu yapabilecek gücü kendinde bulamıyordu.

karanlık caddeyi sessizce incelemeye devam etti oğlan. bir süre de öylece duracaktı kımıldamadan. ardından sonunda kararını verecek ve arabayla bile bir saatlik mesafedeki evine kadar saatlerce yürüyecekti gecenin karanlığında. kendini nelerin beklediğini bilmeden, öylece yürüyecekti.

bölüm sonu

basübadelmevt | 2seokWhere stories live. Discover now