пять

352 64 21
                                    

sonuçta, o sadece
bu döngünün bir parçasıydı,

yüreğine inmesine az kalmıştı hoseok'un. neler olup bittiğini anladığı pek söylenemezdi. ancak daha fazla üstelerse aklını kaçıracağını da biliyordu. bu yüzden fazla düşünmemeye gayret edip, olan biteni seokjin'in ağzından dinlemeye karar verdi.

"evet," dedi. "seni çok özledim seokjin ancak..." boynunu eğdi. cümlesini tamamlayabileceğinden veya ne söylemesi gerektiğinden emin değildi.

"farkındayım," diye tamamladı onu kumral çocuk. "yaşıyor olmamın seni ne denli etkilediğinin farkındayım. ancak hayatım, bu benim bile anlayamayacağım kadar karışık bir mesele. yalnızca kazadan sonra, gecenin bir yarısı gözlerimi karanlık bir morgda açtığımı biliyorum. hepsi bu."

titreyen elini uzatıp kumral çocuğun yanağını okşadı hoseok. seokjin ise bundan hoşlanmış ve huzurla gözlerini yummuştu. hoseok'un dokunuşlarını seviyordu. "peki öyleyse... yüzüğün neden parmağında değil?"

"o konuya gelirsek... beni morga kaldırmadan önce temizledikleri sırada giysilerim, cüzdanım, ayakkabılarım, yüzüğüm, her şeyimi çıkarmışlar... şu an nerede olduklarını bilmiyorum... üzerimdeki bu önlüğü de rastgele bir askılıktan alıp giydim. arabam desen... hurdaya dönmüş olmalı. şu an ne param var ne de herhangi bir şeyim... su içebildim ancak yemek de yiyemedim. saatlerdir yürüdüğüm için fazla yorgun ve halsizim.... bunca hiçliğin arasında... sahip olduğum tek şey sen kaldın. ve bir de bu ev, hayatım."

derince yutkundu hoseok. boğazına bir yumru oturmuş ve gitmek bilmiyordu. neler gelmişti biricik seokjin'inin başına? cidden bunca şeyi yaşamış mıydı bir başına?

"peki..." dedi. "hiç korktun mu?"

tebessüm etti seokjin. "korkularım vardı elbet. mesela ilk uyandığımda, bulunduğum dolabın her bir çekmecesinde farklı ölü bedenlerin olduğunu bilmek, ürkütücüydü benim için. ya da uyanmadan önce benim de onlar gibi oluşum, şu an ise canlı insanların arasında rahat bir şekilde yürüyebiliyor oluşum... hatta, üzerimde yalnızca basit bir önlükle gecenin karanlığında yürürken bile korktum. ya kötü niyetli insanlar karşıma çıkıp beni ikinci kez öldürse ve bir daha uyanamasaydım? o zaman ne sana kavuşabilirdim ne de belki de bir kez daha nefes alabilirdim. ve... korktuğum bir şey daha var tabii..."

"nedir o?" dedi hoseok, sağ gözünden sıcak bir yaş düşerken.

"hastaneden kaçarken kameralara yakalanmış olmalıyım. benim zaten ölmüş olduğumu bildiklerine göre, yeniden canlandığımı da anlayabilirler değil mi? alıp götürmeleri de an meselesi. belki de öğrendiklerinde insandışı bir varlık olduğumu düşünecekler. ah, tanrım... şu duruma üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum..."

toparlanıp yerden kalkan hoseok, sevgilisinin elinden tutup onu da kaldırdı. "şimdi bunları düşünme. önce karnını doyurup, sonra seni yıkayacağım. ardından da uyuruz ve sabah olduğunda konuşuruz, olur mu? ancak şimdi bir şey demem gerekirse, seni benden almalarına asla müsaade etmeyeceğime emin olabilirsin."

sıcak bir gülümseme eşliğinde sakince konuştuğunda, içi rahatlayan seokjin de gülümsemişti. "seni sevmek hayatımda aldığım en doğru karar olmalı," sevgilisinin tuttuğu elinden öptü. "ve sana olan güvenim de sonsuz. zaten sen yanımdayken huzurlu hissetmemem mümkün değil."

gün doğmuş, gençlerin karanlık yatak odası aydınlanmıştı. sabaha kadar birbirlerine sarılarak uyumuşlardı. arada bir uykusundan uyanan hoseok ise, uyurken bebek gibi görünen çocuğun dudaklarına masum öpücükler bırakmıştı. yanında olduğuna, hatta onunla birlikte uyuduğuna hâlâ inanamıyordu.

şimdi ise her ikisi de kahvaltılarını yapmış, giysilerini değiştiriyorlardı. hoseok ise yaşadığı sevinçle, sevdiğinin giysilerini kendisi giydiriyordu. bir çocuğun bakımını üstlenmiş gibiydi bir nevi. çocuğun saçlarını tararken küçük bir öpücük kondurdu kumral tellerine. "saçlarından öpmeyi özlemişim." aralardaki beyazları bulmak üzere parmak uçlarını gezdirdi. "beyazlarını bulup sana yaşlandığını söylemeyi özlemişim."

tebessüm etti seokjin. ardından çocuğun tarak tutan elini yakalayıp üzerinden öptü. "ben de elini öpmeyi özlemişim."

bu güzel anların ardından öylece otururlarken, hoseok'un telefonu çalmıştı. hastaneden arıyorlardı elbette, seokjin'in kaybolduğu haberini vermek için. hoseok ise sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi çok iyi rol yapmış ve ne kadar üzgün hissettiğini dile getirmişti telefonda. onu en yakın zamanda bulacaklarını belirten görevliye ise minnetlerini iletmiş ve ardından sonlandırmıştı görüşmeyi.

"araştırmaya başlamışlar bile." dedi hoseok, koltukta öylece oturan çocuğa. "yalnız anladığım kadarıyla canlandığından haberleri yok sanırım. muhtemelen seni birilerinin alıp götürdüğünden şüpheleniyor olmalılar. ne heyecanlı ama." kıkırdadığında, diğeri de kıkırdamış ve ardından acı bir ifade yerleşmişti yüzüne.

"anlamlandıramıyorum. beni yeniden hayata döndürdüğü için tanrıya teşekkürlerimi sunuyorum ancak bunu gerçekten hak ettim mi bilemiyorum..."

"üzme kendini balım," diye mırıldandı hoseok. "böyle olması gerekiyormuş, senin bunda bir suçun yoktu. direksiyon başında uyuyakalan o adamı da suçlayamayız hatta. sonuçta, o sadece bu döngünün bir parçasıydı." sözünü bitirdiğinde, onaylar anlamda başını salladı seokjin.

hoseok haklıydı, böyle bir durumda kimse suçlanamazdı.

sırada jimin vardı. hoseok ve seokjin ikilisiyle en çok takılan kişi olarak, bunu eninde sonunda öğrenmesi gerekiyordu. ileride öğrenip şok olacağına, şimdi alışa alışa öğrenmesi onun için daha hayırlı olurdu.

arkadaşlarının evine davet edilmiş, çelik kapının tokmağına vurmuş ve açılması için beklemeye başlamıştı. kısa süren bir bekleyişin ardından hoseok kapıya çıkmış ve sarışın arkadaşını içeri almıştı. "buyur," dedi. "salona geçelim."

ikisi birden salona geçtiklerinde seokjin ortalarda görünmüyordu. elbette ki onun ölü olduğunu sanıyordu jimin, tıpkı diğer herkesin yanıldığı gibi. kendisi fazlasıyla üzgünken, hoseok'un çabucak toparlanmasına şaşırmıştı. göz altındaki morluklar ve gözlerindeki kızarıklıklar çabucak geçmişti. hayret ediyordu jimin buna.

"jimin... ah... benim sana bir şey demem gerek lakin nereden başlayacağımı bilemiyorum..."

burukça gülümsedi jimin. "benden çekinmene gerek yok, hoseok. sonuçta birbirimizin en yakın arkadaşıyız ve gerilmemize gerek yok değil mi? bu yüzden, nedir bana söyleyemediğin?"

"evet..." alt dudağını ısıran hoseok, derin bir nefes aldı. "o zaman şunu sormak istiyorum... eğer seokjin... yaşıyor olsaydı nasıl hissederdin?"

gözleri büyüdü jimin'in. bunun düşüncesi bile kalbini tekletmek için yeterli olmuştu. "b-bilemedim..." diye mırıldandı. "bu biraz ürkütücü olurdu ancak... tabii ki de yaşamasını isterdim..."

"peki..." dedi hoseok. "peki şu anda diğer odadan çıkıp gelse tepkin ne olurdu?"

heyecanı gittikçe artıyordu sarışın çocuğun. bu kadarı fazla olmalıydı minik yüreğine. düşünceleri birbirine karışmış ve her şey alt üst olmuştu ardı ardına gelen bu sorularla. "y-yani... yaşadığını mı... yaşadığını mı ima ediyorsun... h-hoseok?"

olumlu anlamda başını salladı hoseok. ardından parmağını şıklattığında, diğer odadan çıkan seokjin kendinden emin adımlarla salona girdi, güzelce gülümsedi. buna şahit olan jimin ise, gördüklerine inanamadı ve tıpkı birkaç saat önce hoseok'un yaptığı gibi, bayılıverdi.

bölüm sonu

basübadelmevt | 2seokWhere stories live. Discover now