İkinci Kitap: 3. Bölüm

996 65 20
                                    

4 Ağustos günü.

Yalnızca benim başıma gelmiyor bu. Bütün insanlar hayal kırıklığına uğrarlar, beklentileri aldatılır. Ihlamurun altındaki iyi yürekli kadını ziyaret ettim. En büyük oğlan karşıdan bana doğru koştu, onun sevinç çığlıkları üzerine, çok bitkin görünen annesi geldi. İlk sözü şu oldu: İyi yürekli Bey, ah, Hans'ım öldü! - Oğullarının en küçüğüydü. Sessiz kaldım. - Kocam da, dedi, İsviçre'den eli boş döndü, iyi insanlar olmasaydı, dilenmek zorunda kalacaktı, yolda ateşi yükseldi. - Ne diyeceğimi bilemedim, küçüğe bir şey armağan ettim, birkaç elma ikram etti, aldım ve acıklı yeri terk ettim.

★★★

21 Ağustos günü.

Göz açıp kapayıncaya bende durum değişiyor. Bazen yaşamın sevinçli bir görünümü yine ağarır gibi oluyor, ah! yalnızca bir an için! - Böyle düşlere dalınca, şu düşünceden kendimi sakınamıyorum: ya Albert ölürse, ne olur? Sen dersin! evet, o zaman o - ve sonra bu hamhayalin peşinden, irkilerek geri çekildiğim uçurumların kıyısına kadar koşuyorum.

Kapıdan çıkıp, Lotte'yi dansa götürmek için ilk kez gittiğim yoldan yürümek, nasıl salt değişik bir duyguydu o! Her şey, her şey uçup gitti! Önceki dünyadan ne en ufak bir işaret, ne benim o zamanki hissimden bir nabız atışı. Halim, bir zamanlar muhteşem bir Prens olarak yaptırdığı, ihtişamının bütün verileriyle donattığı ve ölüm yatağında sevgili oğluna büyük umutlarla bıraktığı, yanmış harap bir saraya dönen ruhun hali gibi.

★★★

3 Eylül günü.

Ben yalnız ve yalnız onu, böylesine içten, böylesine derinden severken, ondan başka birini ne tanıyor, ne biliyorken, ne de başka birine sahipken, nasıl olup da bir başkası onu sevebiliyor, sevmeye yelteniyor, havsalam bazen bunu bir türlü almıyor!

★★★

4 Eylül günü.

Evet, böyle. Doğa güze yönelirken, benim de içimde ve çevremde güz oluyor. Yapraklarım sararıyor, komşu ağaçların yaprakları da artık dökülmüş. Sana, buraya gelir gelmez, bir köylü delikanlıdan söz etmemiş miydim? Şimdi Wahlheim'de yine onu sordum; işinden atıldığını söylüyorlar ve kimse onunla ilgili başka bir şey bilmek istemiyormuş. Dün başka bir köye giderken yolda ona rasladım, onunla konuştum ve sana tekrarladığım zaman rahatlıkla anlayacağın gibi, beni iki kat, üç kat duygulandıran öyküsünü anlattı. Peki, ama niçin bütün bunlar, beni rahatsız eden, inciten bir şeyi niçin kendime saklamıyorum? Niçin bununla seni de üzüyorum? Sana niçin hep, bana acıma ve beni azarlama fırsatı veriyorum? Neyse ne, bu da belki benim yazgımdan bir parça!

Sessiz üzüntüsü içinde bana ürkek bir yaratık olarak görünen bu insan, ancak sorularım üzerine anlattı; ama hemen sanki beni ve kendini birden yeniden hatırlamışça, hatalarını bana itiraf etti, talihsizliğinden yakındı. Onun her sözünü, dostum, senin yargına sunabilsem. Ev sahibesine tutkusunun günden güne içinde çoğaldığını, sonunda ne yapacağını, neyi nasıl ifade edeceğini, nereye baş vuracağını bilemediğini itiraf etti, hatta hatırlarken yeniden yaşamanın bir çeşit keyif ve mutluluğuyla anlattı. Yemekten, içmekten, uykudan kesilmiş, gırtlağı tıkanmış, yapmaması gereken şeyi yapmış, kendisine havale edilen işi unutmuş, günün birinde, kadın üst odadayken onun ardından gidinceye, daha doğrusu görünmez bir biçimde ona doğru çekilinceye kadar, sanki kötü bir ruh tarafından takibe uğramış; bütün yalvarmalarına kulağını tıkadığı için, zorla ona sahip olmak istemiş; ne olduğunu bilmemiş, Tanrı tanığıymış, ona karşı her zaman samimi hisler beslemişmiş ve kadının kendisiyle evlenip, hayatını onunla geçirmesinden başka hiçbir şeyi daha büyük bir özlemle istememiş. Bir süre böyle konuştuktan sonra, daha bir şeyler söylemek isteyip de söylemeye cesaret edemeyen biri gibi tutuklaştı; sonunda kadının kendisine ne türden ufak samimiyetler, ne türden bir yakınlık için izin verdiğini, biraz da utanç duyarak itiraf etti. İki, üç defa sözünü keserek, en hararetli itirazlarla, bunları, kendi ifadesiyle, onu kötülemek için söylemediğini, onu eskiden olduğu gibi sevip saydığını, böyle bir lâfın ağzından başka hiç çıkmadığını, sadece öyle ters ve kafasız bir insan olmadığına beni ikna etmek için, yalnız bana söylediğini tekrarladı. - Ve işte azizim, ebediyen söyleyeceğim eski şarkıma burada tekrar başlıyorum: bu insanı sana karşımda durmuş olduğu ve hâlâ durduğu gibi bir takdim edebilsem! Onun yazgısını nasıl paylaştığımı, paylaşmak zorunda kaldığımı, hissetmen için, sana her şeyi tam olarak söyleyebilsem! Ama tamam, benim yazgımı da bildiğine, beni bildiğine göre, beni bütün talihsizlere, özellikle beni bu talihsize çeken şeyi pek iyi anlarsın.

Genç Werther'in AcılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin