İkinci Kitap: 4. Bölüm

1.5K 73 30
                                    

30 Ekim günü.

Yüz defa gelmedim mi onun boynuna sarılacak noktaya! Bunca çok sevimliliği çevresinde dolanır görüp de, ona bir türlü uzanamamanın, insanı ne duruma getirdiğini, yüce Tanrı biliyor; ve de almaya uzanmak, insanlığın en doğal güdüsü. Çocuklar, akıllarına gelen her şeye uzanmıyorlar mı? - Ya ben?

★★★

3 Kasım günü.

Tanrı biliyor! çokça bir daha uyanmamak dileğiyle, hatta umuduyla yatağa uzanıyorum: ve sabahleyin gözlerimi açıp, yine güneşi görünce, perişan oluyorum. Ah, sağı solu belli olmayan biri olabilsem de, suçu havadan bilsem, bir üçüncü kişiye atsam, başarısızlıkla biten bir girişimi bahane etsem, o zaman üstümdeki bu isteksizliğin dayanılmaz yükü belki yarı yarıya inerdi. Vay halime! bütün suçun yalnızca kendimde olduğunu, çok açık hissediyorum, - suç değil! Yeter, bütün sefilliğin kaynağının içimde gizli olması, tıpkı bir zamanlar bütün saadetlerin kaynağı gibi. Bir zamanlar duyumsamanın bütün doluluğuyla süzülüp duran, her adımda bir cennet bulan, bütün dünyayı sevgi dolu sarmalayacak bir yüreği olan aynı kişi değil miyim artık? Ve bu yürek artık cansız, sevinçler akmıyor ondan artık, gözlerim kuru ve cana can katan gözyaşlarıyla artık esenlenmeyen duyularım korkuyla alnımı kırıştırıyor. Çok acı çekiyorum, zira hayatımın tek hazzını, çevremde dünyalar yarattığım can veren kutsal gücü yitirdim; yok artık! - Penceremden dışarıya uzak tepelere bakınca, sabah güneşinin sakin duran çayırın üstündeki sisi nasıl delerek ışıttığını ve uysal nehrin yapraksız söğütlerin arasından bana doğru yılan gibi dolandığını görüyorum, - oh! işte bu şahane tabiat parlak bir resim gibi böyle sabit karşımda dururken, bütün bu sonsuz haz kalbimden beynime bir damla bile mutluluk pompalayamıyor, koskoca herif Tanrı'nın karşısında kurumuş bir kuyu, delinmiş bir kova gibi duruyor. Öyle çok kendimi yerlere atıp, üstü tunçtan gökyüzü, etrafı susuzluktan kavrulan toprak, bir çiftçinin yağmur duası gibi, Tanrı'dan gözyaşları diledim.

Ama ah! hissediyorum, Tanrı, yağmuru ve güneş ışınını bizim fevri yakarılarımız için vermiyor ve anısıyla kıvrandığım o zamanlar niçin öyle kutluydu? ruhunu sabırla bekleyip, üstüme boşalttığı hazzı derinden şükran duyan bütün kalbimle içime çektiğim için.

★★★

8 Kasım günü.

Aşırılıklarımı kınadı! ah, öylesine incelikle! Bir bardak şarapla kendimi bilmeyip, bir sürahi içmeye kalkmak gibi aşırılıklarım. - Yapmayın! dedi, Lotte'yi düşünün! - Düşünmek! dedim, bunu bana söylemeniz gerekir mi? Düşünüyorum! - düşünmüyorum! Siz hep ruhumdasınız. Bugün, geçende sizin arabadan indiğiniz yerde oturdum - beni daha derin konuşturmamak için, konuyu değiştirdi. Can, ben bitmişim! ne isterse, yapabiliyor benimle.

★★★

15 Kasım günü.

Teşekkürler, Wilhelm, candan paylaşman için, iyi niyetli nasihatın için ve sakin olmanı rica ediyorum. Bırak sonuna kadar katlanayım, bütün yorgunluğuma rağmen, hâlâ netice almaya yetecek gücüm var. Dine saygım var, bunu biliyorsun, kimi takatsıza baston, kimi tükenmişe hayat olduğunu seziyorum. Yalnız - bunu herkese verebilir mi, vermeli mi? Koca dünyaya bakınca, binlerce kişiye bunu vermediğini görüyorsun, binlerce kişiye de vermeyecek, yakarılsın yakarılmasın, öyleyse bana vermek zorunda mı? Tanrı'nın oğlu bile, Pederin kendisine verdiklerinin, onun çevresinde olacaklarını söylemiyor mu? Ya ben ona verilmemişsem? ya Peder beni, kalbimin bana söylediği gibi, kendine saklamışsa? - Lütfen, bunu yanlış yorumlama; bu masum sözlerde alay gibi bir şey arama; bütün ruhumu önüne seriyorum; yoksa susmuş olmayı tercih ederdim: herkesin de benim gibi çok az bildiği bütün bu konularda bir söz sarfetmek istemem. Payına düşen acıyı çekmek ve ona ayrılan kadehi boşaltmak, insanın kaderi değil de nedir? - Ve kupa, göklerdeki Tanrı'nın insan dudaklarına pek acı gelmişse, niçin ben büyüksenip, bana tatlı gelmiş gibi durayım? Bütün varlığım olmakla olmamak arasında titrer, geçmiş geleceğin zifiri uçurumunda bir şimşek gibi çakar ve etrafımdaki her şey çökerken, dünya da benimle birlikte battığı için, niçin utanayım ki - Beyhude çabalayan güçlerinin iç derinliklerinde gıcırdayan, salt kendi itilmişin, kendine yetmeyip durmadan uçuruma yuvarlanan mahluğun sesi değil mi: Tanrım! Tanrım! beni niçin terk ettin? Peki, gökyüzünü bir çarşaf gibi düreni sakınmayan ifadeden utanmalı, o andan endişe mi duymalıyım?

Genç Werther'in AcılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin