10. Bölüm

5.5K 201 38
                                    

Yılbaşı gecesi akşam yemeğini beraber yedik ve onun işvaktine kadar lokantada oturup konuştuk; Atlantik'e vardığı­mız zaman o, soyunmak için arka taraflarda bir yere gitti; bensalonda, ilk geldiğim akşam oturduğum masaya yerleştim. İçerisikâğıt şeritler, renkli fenerler, yaldızlı tellerle donanmıştı.Halk şimdiden sarhoş olmuşa benziyordu. Dans edenlerin aşağıyukarı hepsi öpüşüyor ve yılışıyordu. İçimde sebepsiz bircan sıkıntısı vardı:

"Ne olacak sanki?" diyordum. "Hakikaten bu gecenin fevkaladeliğinerede? Kendimiz uydurup kendimiz inanıyoruz.Herkes evine gidip yatsa daha iyi. Biz ne yapacağız? Bunlar gibibirbirimize sarılıp döneceğiz... Bir farkla: Biz öpüşmeyeceğiz...Acaba ben dans edebilecek miyim?" 

İstanbul'da Sanayii Nefise mektebine devam ettiğim aylardabazı arkadaşlar, o sıralarda şehri dolduran Beyaz Ruslardanöğrendikleri birtakım dansları bana da göstermişlerdi. Hattabir parça da vals yapabiliyordum... Fakat belki bir buçuk senedenberi hiç göstermediğim bir marifeti bu akşam becerebilecekmiydim? "Adam sen de, yarıda bırakır otururum!" dedim.

Maria'nın keman çalması ve şarkı söylemesi zannettiğimdende kısa sürdü ve gürültüye geldi. Bu akşam herkes kendikendinin numarası olmayı tercih ediyordu. Maria üstünü değiştirincehemen çıktık, Anhalter istasyonu karşısında, "Avrupa"dedikleri büyük bir yere gittik. Burası küçük ve mahremAtlantik'ten büsbütün başkaydı. Göz alabildiğine büyük salonlardayüzlerce çift habire dans ediyordu. Masaların üzeri renkrenk şişelerle dolmuştu. Başını önüne dayayıp daha şimdidenuyuyanlar, birbirinin kucağında oturanlar görülüyordu. 

Maria bu akşam garip denilecek kadar çok neşeliydi. Kolumavuruyor: 

"Böyle somurtup oturacağını bilseydim bu akşam için kendimebaşka bir delikanlı seçerdim!" diyordu. 

Üst üste getirttiği buruk lezzetli Ren şaraplarını hayret ettiğimbir süratle içiyor ve içmem için beni de zorluyordu. 

Gazinonun asıl neşesi gece yarısından sonra başladı. Bağı­rışlar, kahkahalar, dört muhtelif yerde yırtmırcasına çalan mü­ziğin gürültüsü, hoplaya hoplaya eski usul vals yapan çiftlerinayak patırdısı birbirine karışıyordu. Harp sonu senelerinin dizginsizcoşkunluğu burada bütün çıplaklığıyla görülüyordu. Cı­lız vücutları, kemikleri çıkmış yüzleri ve bir asabi hastalığa uğ­ramış gibi parlayan gözleriyle, ölçüsüz bir neşe içinde kendilerinikaybeden delikanlıların, ve cemiyetin haksız ve mantıksızbağlarına, batıl hükümlerine isyanın en iyi şeklini cinsi arzularınıbaşıboş bırakmakta bulunduklarını zanneden genç kızlarınhali sahiden hazindi. Maria elime tekrar bir kadeh tutuşturarakfısıldadı: 

"Raif, Raif. Hiç iyi yapmıyorsun... Müthiş bir can sıkıntısı­na ve melankoliye düşmemek için ne kadar gayret ettiğimi gö­rüyorsun. Bırak, bu akşam olsun kendimizden ayrılalım. Farzet ki biz, biz değiliz. Burayı dolduran bir sürü insandan biriyiz.Zaten onların da bakalım hepsi göründükleri gibi mi? İstemiyorum.Kendimi herkesin akıllısı veya duygulusu yerine koymakistemiyorum. İç ve gül!.." 

Biraz sarhoş olmaya başladığını anlamıştım. Karşımdaki iskemledenkalkarak yanıma oturmuş ve kolunu omzuma atmıştı. Kalbim, ökseye tutulmuş bir kuş yüreği gibi hızla çarpıyordu.O beni mahzun zannediyordu. Halbuki değildim. Şimdi,gülemeyecek kadar mesuttum ve saadetimi ciddiye alıyordum. 

Bir vals çalmaya başladı. Yavaşça kulağına eğildim: 

"Haydi..." dedim. "Fakat ben pek iyi bilmem..." 

Sözümün ikinci kısmını duymamış gibi yaptı, yerinden fırlayarak: 

"Haydi!" dedi. 

Kalabalığın içinde dönmeye başladık. Bu, dans etmek falandeğildi; dört tarafımızdan sıkıştıran vücutların keyfine tabi olarakoradan oraya sürüklenmekten ibaretti. Fakat ikimiz de bundanşikâyetçi değildik. Maria gözlerini bana dikmişti. Bu siyahve dalgın gözlerde ara sıra anlayamadığım bir şey parlıyor vebeni şaşırtıyordu. Göğsünden hafif fakat harikulade güzel birten kokusu yayılıyordu. Bütün bunların üstünde, ona yakın olmak,onun için bir şey olduğumu bilmek vardı: 

Kürk Mantolu MadonnaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin