Üç gün arka arkaya aynı şekilde onu yolda bekledim, sonra kapısının önüne gittim, karanlık pencerelerine baktım ve hiçbir şey yapmaya cesaret edemeyerek döndüm. Her gün odamda oturuyor, kitap okumaya çalışıyordum. Bir tek harfini bile fark etmeden sayfaları çeviriyor, bazan, dikkat etmeye azmederek baştan başlıyor, fakat birkaç satır sonra gene zihnimin başka yerlerde dolaştığını görüyordum. Gündüzleri hadiseleri olduğugibi kabul ediyor, onun kararlarının kati olduğunu, aradanbiraz zaman geçmesini beklemekten başka bir şey yapamayacağımı anlıyordum. Fakat geceyle beraber muhayyilem faaliyete başlıyor, hummalı bir hasta gibi bana olmayacak şeyler düşündürüyordu. Nihayet, bütün gündüzki kararlarımın aksine olarak, geç vakit evden fırlıyor, onun geçeceği yollarda ve evinin etrafında dolaşıyordum. Artık sırmalı kapıcıya sormayautandığım için, uzaktan bakmakla iktifa ediyordum. Böylece beş gün geçti. Kendisini her gece, eskisinden daha yakın olarak,rüyamda gördüm.
Beşinci gün, onun gene işine gitmediğini anlayınca, bir gazinodan Atlantik'e telefon ettim ve Maria Pudefi sordum. Hasta olduğu için birkaç günden beri gelmediğini söylediler. Demeksahiden bu kadar hastaydı. Bundan şüphe mi ediyordum?Niçin onun hastalığına inanmak için böyle bir tasdik beklemiştim? Benden kaçmak için işine gitme saatlerini değiştirecek veyakapıcılara talimat vererek beni savdıracak değildi ya!.. Uykudabile olsa uyandırmak kararıyla, evinin yolunu tuttum.Münasebetimizin hududu, her şeye rağmen bunu yapmak hakkınıbana verecek kadar genişti. Bir sarhoşluk gecesinin sabahındakisahneye bu kadar kıymet vermek doğru olamazdı.
Merdivenleri nefes nefese çıktım ve tereddüt edip vazgeçmemek için derhal elimi zile götürdüm, kısaca çaldım ve bekledim,içeride hiçbir hareket olmadı. Ondan sonra, birkaç keredaha, uzun uzun çaldım. Beklediğim ayak sesi duyulmadı. Yalnızkarşı taraftaki evin kapısı aralandı, uyku sersemi bir hizmetçi:
"Ne istiyorsunuz?" diye sordu.
"Burada oturanı!"
Yüzüme dikkatle baktıktan sonra, ters bir tavırla:
"Orada kimse yok!" dedi.
Yüreğim hopladı:
"Başka yere mi taşındılar?"
Telaş ve heyecanım karşımdakini biraz yumuşatmışa benziyordu,başını sallayarak cevap verdi:
"Hayır, annesi hâlâ Prag'dan gelmedi. Kendisi de hastalandı,bakacak kimsesi olmadığı için hasta kasasının doktoru hastaneyekaldırttı!"
Bunları söyleyen kıza doğru koştum:
"Hastalığı nedir? Ağır mı? Hangi hastaneye kaldırdılar?Ne zaman?.."
Suallerimin hücumu karşısında şaşıran hizmetçi, bir adımgeri çekildi ve:
"Bağırmayın, ev halkını uyandıracaksınız. İki gün evvelkaldırdılar; galiba Charite'ye götürdüler!" dedi.
"Hastalığı?"
"Bilmiyorum!"
Arkamdan hayretle bakan hizmetçi kıza teşekkür bile etmedenmerdivenleri dörder dörder atladım. İlk rastgeldiğimpolisten Charité dedikleri bu hastanenin nerede olduğunu öğrendim. Ne maksatla olduğunu bilmeden oraya gittim. Yüzlercemetre uzunluğundaki büyük taş bina içime ürperme verdi.Fakat ben hiç tereddüt etmeden büyük kapıya doğru gittim vekapıcıyı odasından çıkardım.
Gece yarısından sonra gelen ve bu müthiş soğukta kendisinirahatsız eden ziyaretçiye karşı belki de hak ettiğinden birazfazla nezaket gösteren kapıcının bana verebilecek hiçbir bilgisiyoktu. Ne böyle bir kadının geldiğinden, ne hastalığından, nede nereye yatırıldığından haberi vardı. Her sualime, canı sıkıldığıhalde gülümsemeye çalışarak: "Yarın dokuzda gelin, öğrenirsiniz!"demekle mukabele ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kürk Mantolu Madonna
ClassicsHep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadına âşık olduğunda... Babasının isteğiyle Berlin'e giden ve oradaki bir sanat galerisinde hayran kaldı...