you have a brother

11.1K 1.3K 728
                                    

Bir adam düşünün. Kandırılmaktan ve güçsüzlükten solmuş ruhuyla sürdürmeye çalıştığı hayatında düpedüz yalan söyleyerek; kendini iyiymiş gibi gösteren. Bir dalın kırılıp düştükten sonra ağacı gittikçe çıplak bırakması gibi, silkelendikçe gücünü yitirip dımdızlak kalan. Zavallılık seviyesi haddini aşmış, kendi hayatı bile ona acımaya başlar olmuş olan. Azat edilmeden, sürekli acıların ve geçmişin nehirlerinde sürüklenirken acizce işkenceye maruz kalan bir adam. Acı denen şeyin, ta kendisi haline gelmiş bir adam.

Ve bir adam daha düşünün. Güneşin tenini kıskandığı, okyanustan daha derin bir sese sahip olan bir adamı. En zarif çiçekler kadar narin, küçücük bir çocuk gibi günahsız, ve de cazibesiyle tüm dünya üzerindeki insanları etkisi altına alabilecek. Eşi benzeri bulunmayan bir güzelliğe sahip olan, saçtığı ışıkla en derin karanlıklara aydınlık olma gücüne sahip, gözlerinde yıldızlar dolu bir adam.

Kocaman iki zıtlığın bulunmaz bir tesadüf ile birbirini bulduğu bu hikayede, ben ne yazık ki birinci adam olmak zorundaydım. Diğerini koruyup kollamak, ve onu kendisi lekesizmiş gibi dünyadaki diğer kötülüklerden saklamak isteyen adam.

Elimde duran telefon numarasıyla sessiz ve de kasvetli bir bakışma yaşarken, ona aşık olduğum gün olduğu gibi; odamdaydım. Sıradan bir an gibi dursa da elimdeki telefon numarası ona ait olduğundan, ruhani ve de zihinsel bir uyanış içindeydim. Belki de beni hayatımın en dibinde olduğum dönemden kurtaracak kişi oydu ve ben sırf rezil olmamak için kocaman bir yalanla, olmayan geleceğimizi bile bile çöpe atmıştım. Benimle konuşmak ve yakınlaşmak istediği o yıldızlı gözlerinde bile belli olurken, benim ondan nasıl uzak dursam diye düşünmem başlı başına bir kayıptı. Onu şimdiden kaybetmişim gibi bir kıvrandırıcı acı ile ağlamamak için kendimi olabildiğince sıkıyordum. Ona bulaşmak, onu da karanlığımın içine çekip bembeyaz ruhunu lekelendirmek istemiyordum. Korkularımdan kurtulmak için tutunabileceğim, sarılabileceğim veya sığınabileceğim hiçbir şeyim yoktu.

Benden mesaj beklediğini bile bile oyalanmam, ne kadar da ilginçti değil mi?

O bir erkek, diyordum kendime uzaklaşmak için. Sen erkeklere ilgi duymazsın. Ama duyuyordum işte, keşfetmediğim bir kimliğim vardı. Bedenimde ve yüreğimde çarpan her bir parçanın onun adını haykırmasının başka hiçbir açıklaması yoktu.

Düşüncelerimle ve de irademle savaşırken odamın kapısının çalınmasıyla, numarasının olduğu kağıdı cebime sıkıştırdım. "Gel." Sesimin titremediği için minnettardım.

Kapının açılmasıyla birlikte, kişiliğiyle zıt düşecek şekilde siyahlara bürünmüş Yugyeom içeri girdi ve adımları sonlandığında yanıma oturarak kolunu omzuma attı. "Naber?"

"Stabil." Bakışlarımı yüzünden çekip yere baktım. Çünkü arkadaşım gözlerimi okuyabilecek kadar zeki biriydi.

"Jungkook, ne oldu?" Kolunu omzumdan indirerek yüzüme doğru ilgiyle eğildi. Sanırım anlaması için gözlerimi görmesine gerek yoktu. Bedenim de bir çöplük gibiydi.

"Anlatmasam da anlarsın." Omuz silktim.

"Taehyung ile mi ilgili diyeceğim ama...Jin hyung onunla baş başa vakit geçirdiğini söyledi. Bunu konuşmak için gelmiştim. Söyle şimdi, ne oldu?"

Dertlerimi içimden atabilecekmişim gibi oflayarak cebimdeki kağıdı çıkardım ve kucağına doğru attım. "Bana numarasını verdi. Konuşmak istiyor."

"Jungkook!" Parmakları arasına aldığı kağıtla yüzünde beliren sevinç kırıntıları ile birlikte yerinde doğruldu. "Ne güzel işte, aptal mısın?"

Söyleyeceklerimi, sanki kendim bilmiyormuşum gibi bana acı vereceğini bile bile dudaklarımın arasından bıraktım. "Ona yalan söyledim. İsmim...Hoseok dedim."

radio frequency :: taekookWhere stories live. Discover now