shall we meet at the dawn

10.3K 1.3K 371
                                    

"Son konuşmamızın üzerinden iki gün geçti ama yazmadın. Bir sorun yok değil mi Hoseok? Benden sıkıldığını düşünmeye başladım."

Beni nasıl da şehvetli bir merakla beklemişti. Söyleyemezdim onun o narin ruhuna azar azar kötülük ederek yalan söylediğimi. Kötücül ve zavallılığa açlık duyan, ateşli hazlar duyan tarafım beni ona yalan söylemeye zorlamışto. Aptallığıma kılıf uydurmaya veya rezaletimi kamufle edeceğim diye her şeyi mahvetmeme bahane uydurmuyordum elbette, ama çok pişmandım. Ben geçmişte vazgeçmiştim yalan söylemekten, tövbe etmiştim. Duyduğum huzursuzluktan emin olmasını diliyordum, bir gün elbette öğrenecekti. Ama şimdilik, başlattığım bu aptal iğrençlik fırtınasını devam ettirmek durumundaydım.

Dişlerimi serzenişimi bastırabilecekmiş gibi sıkarak telefonumu parmaklarımın tutuşu arasına aldım.

"Asla, asla sıkılmam. Üzgünüm, fazla meşguldüm. Nasılsın?"

"Ben iyiyim. Umarım sen de iyisindir."

"Sana sormak istediğim bir şey var."

"Tabii."

"Şafakta, balıkçı iskelesinde buluşalım mı? Güneşin doğuşunu izlemek istiyordum, senin güzel sohbetinin bana eşlik etmesini isterim."

"Çok isterim. Orada görüşürüz."

§

Üzerime geçirdiğim hırkam beni bu sonbahar sonunda ne kadar sıcak tutabilirse o kadar üşümezken izlediğim adımlarım söylediği iskeleye doğru yönlenmişti. Denizin soluğu tuzlu serinliğiyle usulca dudaklarıma yerleşiyordu, bu ferah havaya ve manzaraya bakılacak olursa, birazdan Taehyung ile geçireceğim anlar bir elmas değerinde olacaktı. Gerçi onunla yıkık dökük bir kulübede olsam bile, o yatıştırıcı sesi ve zarif kişiliğiyle her an değerli olurdu.

Kentteki dar ve boğucu sokakları, bütün kirli ihtirasları bulunduran kalabalık caddeleri gerimde bırakıp bu hoş iskeleye gelmek ancak onun gibi birinin aklına gelebilirdi. İç çektim, yokken bile nefesimi kesiyordu.

Varacağım noktaya nihayet ulaştığımda tamamen boş olan banklardan birine kurularak onu beklemeye başladım. Solgun mehtabın puslu ışığının süslediği estetik manzarayı izlerken, sanki omzumdaki yükler birer birer hafifleşip uçuyordu. Burayı neden daha önce bulmadığımı merak ediyordum, Kim Taehyung kadar rahatlatıcı bir yerdi. Denizin o ferah, arındırılmış hissettiren havasını içime derince çekerek ciğerlerimdeki ağırlığı azalttım.

Birkaç sakin dakikanın ardından, sol taraftan o gevşek ve rahat adımlarıyla bile asilliğini üzerinde tutarak buraya gelen onu gördüm. Bana doğru yaklaştıkça eşi bulunmaz yüzünde, kalbimi sıkıştıran bir gülümseme dudaklarındaki yerini alıyordu. Az önce rahat rahat alabildiğim tüm soluklarım boğazıma inci gibi dizildi. Hafif esen lodos yumuşak altın saçlarını biraz dalgalandırıyor, üzerinde ona bol gelen gömleğinin uçuşmasını sağladığı için onu baştan aşağı asil bir prens yapıyordu. Nutkum tutulduğu için kilitlenip kalmıştım. Onun gibi biçimli ve muazzam birinin benim gibi biriyle ne işi vardı, neden bu kadar yakın olmak istiyordu anlamıyordum.

"İyi geceler, Hoseok." Gerilmiş ve müteessir bedenim kendine geldiğinde tebessüm ederek uzattığı elini sıktım. "İyi geceler Taehyung."

Parmaklarımı bir türlü geri çekmek içimden gelmemişti, gelememişti. O eller çok nadir rastlanan güzellikteydi, inanılmaz uzun, inanılmaz ince, ama yine de güzelliğine yakışır şekilde taş gibi gergin; güneş yanığı olamayacak kadar doğal, hoş bir esmerlikte, narin kavislere sahip ve solgundu. Bir erkeğin böylesine etkileyici ellere ve parmaklara, hatta tırnaklara sahip olması beni adeta şaşkınlığa düşürmüştü. Ellerine hiç dikkat etmemiştim çünkü.

radio frequency :: taekookDär berättelser lever. Upptäck nu