{0.1}

2.7K 189 61
                                    

---

Evlerinin yaklaşık 50 metre ilerisindeki deponun altında mezarlık vardı, bunu herkes biliyordu. Hatırladığı kadarıyla, babası depodan uzak durmasını söylemişti.

"Niye?" diye sormuştu Jisoo.

"Çünkü küçük bir beden için sağlıklı olmaz da ondan," demişti annesi. "Orası rutubetli ve soğuk. Çok fena üşütürsün."

Babasının cevabı ise daha kaçamak ve daha az yaratıcıydı. Sadece, "İyi bir yer değil," demişti.

Evleri tepenin batı yamacının dibinde, yaşlı elma ağacının altında sona eriyordu ve uçlarında mızrak başı olan kırmızımsı kahverengi demir parmaklıklarla sınırlandırılmıştı. Onun ötesinde çorak bir alan vardı; ısırganlar ve yabani otlar, dikenli çalılar ve sonbahar döküntülerinden oluşan bir yığın... Genellikle söz dinleyen bir kız olan Jisoo parmaklıkların arkasına geçmedi, sadece oraya gidip parmaklıkların arasından baktı. Kendisine hikayenin tamamının anlatılmadığını biliyordu ve bu canını sıkıyordu.

Jisoo tepeden yukarı, evlerinin girişinin yanındaki kendisi için yapılan kulübeye gitti ve hava kararana kadar küçük penceresinden dışarıyı izledi. Alacakaranlık yavaş yavaş griden mora dönerken kulübenin kapısından gıcırtılı bir ses geldi ve babası içeri girdi.

"Depoda ne var?" diye sordu Jisoo. "Mahallenin fırıncısı Harrison Westwood ve eşleri Marion ve Jaon'u geçtikten sonra?"

"Neden soruyorsun?" dedi babası, siyah takımının üstündeki tozları uzun parmaklarıyla süpürerek.

Jisoo omuz silkti. "Sadece merak ettim."

"Orası kutsanmamış topraklar." dedi babası. "Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"

"Tam olarak değil," dedi Jisoo.

Babası yerdeki eşyaların tekine bile dokunmadan odanın köşesine geçip Jisoo'nun yanındaki banka oturdu. "Bazıları," dedi o yumuşacık sesiyle. "tüm yeryüzünün kutsal olduğuna inanır; biz ona gelmeden önce de, sonra da kutsal olduğuna... Ama burada dini yerleri ve insanların gömülmesi için ayrılan toprakları kutsadılar. Ancak; suçluların, intihar edenlerin ya da cadıların gömüldüğü Kimsesizler Mezarlıkları'nı, kutsal toprakların yanındaki arazileri kutsanmamış bıraktılar."

"Parmaklıkların diğer yanındaki depoda gömülü olanlar kötü insanlar, öyle mi?"

Babası kaşlarını kaldırdı. "Hımm? Ah, hiç de öyle değil. Bir bakalım... O yollardan geçeli uzun zaman oldu. Özellikle kötü olan birini hatırlamıyorum. Unutma ki, eski zamanlarda bir şişe içki çaldın diye asılırdın. Ayrıca, hayatlarını son derece çekilmez bulan insanlar her zaman vardır, ve yapacakları en iyi şeyin başka bir varoluş düzlemine geçişlerini hızlandırmak olduğuna inanırlar."

"Kendilerini öldürürler mi demek istiyorsun?" dedi Jisoo. Yaklaşık on dört yaşındaydı, saf ve meraklıydı, ama aptal değildi.

"Evet."

"İşe yarıyor mu? Öldüklerinde daha mı mutlular?"

"Bazen. Ama çoğunlukla hayır. Bu, başka bir yere gidip orada yaşarlarsa mutlu olacaklarına inanan, ama işlerin öyle yürümediğini gören insanların durumuna benzer. Nereye gidersen git, kendini de yanında götürürsün. Ne demek istediğimi anladın mı?"

"Birazcık," dedi Jisoo.

Babası uzanıp kızın saçlarını karıştırdı.

Jisoo, "Ya cadılar?" diye sordu.

"Evet. Kesinlikle," dedi babası. "İntihar edenler, suçlular ve cadılar. Günah çıkarmadan ölenler."

Alacakaranlıkta, gece yarısı kadar kara bir gölge gibi ayağa kalktı. "Çok konuştuk." dedi, "ve ben henüz akşam yemeğimi yemedim. Sen de akşam derslerine geç kalacaksın." Gecenin alacakaranlığında, sertçe içe çekilen nefes gibi bir ses duyuldu, kadife karanlık çırpındı ve babası kulübeden çıktı.

nobody ✓ Where stories live. Discover now