{2.2}

277 58 12
                                    

Pazar günü akşama doğru telefon çaldı. O sırada Jisoo aşağı katta oturuyor ve okuduğu mangadaki yüzleri büyük bir gayretle müsvedde kâğıda kopyalıyordu. Annesi telefonu açtı.

"İşe bakın, biz de tam sizden bahsediyorduk," dedi annesi öyle bir şey olmamasına rağmen. "Harikaydı," diye devam etti Bayan Kim. "Çok iyi vakit geçirdim. Gerçekten, hiç zahmet olmadı. Çikolatalar mı? Mükemmeldiler. Tek kelimeyle mükemmel. Jisoo'ya, canınız ne zaman güzel bir yemek çekerse beni haberdar etmenizi istediğimi söyledim." Sonra, Jisoo mu? Evet, burada. Onu çağırayım. Jisoo?" dedi.

"Buradayım anne," dedi Jisoo. "Bağırmana gerek yok." Telefonu aldı. "Bay Jay?"

"Jisoo?" Adamın sesi heyecanlıydı. "Şey. Eee. Konuştuğumuz şey var ya. Benim evde olan şey. Arkadaşına o olayla ilgili bir şeyler öğrendiğimi söyleyebilirsin. Eee; dinle, 'arkadaşın' derken 'aslında senden bahsediyoruz' anlamında mı, yoksa gerçekten öyle biri var mı, eğer kişisel bir soru değilse tabii..."

"Bu olayı öğrenmek isteyen gerçek bir arkadaşım var," dedi Jisoo eğlenerek.

Annesi ona hayret dolu bir bakış fırlattı.

"Arkadaşına biraz kazı çalışması yaptığımı -gerçekten kazı yapmadım tabii, yani epeyce bir araştırma yaptığımı ve toprak altından birtakım gerçek bilgiler çıkarmış olabileceğimi söyle. Gizli bir şeye takıldım. Eh, etrafta pek yaymamamız gerektiğini düşündüğüm bir şey... Ben, eee. Bazı şeyler öğrendim."

"Ne gibi şeyler?" diye sordu Jisoo.

"Dinle... sakın deli olduğumu sanma. Ama, eh, bildiğim kadarıyla, üç kişi öldürülmüş. Ama biri -sanırım, bebek- öldürülmemiş. Üç değil, dört kişilik bir aileymişler. Sadece üçü ölmüş. Arkadaşına, gelip beni görmesini söyle. Ona bilgi vereceğim."

"Söylerim," dedi Jisoo ve telefonu kapadı; kalbi deli gibi çarpıyordu.

-------------------

Taehyung altı yıldır ilk kez dar, taş basamaklardan aşağı iniyordu. Ayak sesleri tepenin içindeki odada yankılanıyordu.

Basamakların sonuna geldi ve Bekçi'nin kendini göstermesini bekledi. Bekledi, bekledi, bekledi, ama görünen, fısıldayan, kıpırdayan bir şey olmadı.

Odada göz gezdirdi, koyu karanlık onun için dert değildi, ölüler gibi görebiliyordu. Sonra kadeh, broş ve taş bıçağın olduğu sunağa doğru yürüdü.

Aşağı uzanıp bıçağın kenarına dokundu. Tahmin ettiğinden daha keskin olan bıçak, parmağının derisini çizdi.

O, BEKÇİNİN HAZİNESİDİR, diye fısıldadı üçlü bir ses, ama Taehyung'un hatırladığından daha küçük, daha tereddütlü çıkıyordu.

"Sen buradaki en eski şeysin. Seninle konuşmaya geldim. Öğüde ihtiyacım var," dedi Taehyung.

Bir duraksama oldu. HİÇBİR ŞEY BEKÇİ'DEN ÖĞÜT İSTEMEYE GELMEZ. BEKÇİ KORUR. BEKÇİ BEKLER.

"Biliyorum. Ama Bay Owens burada değil. Ve başka kimle konuşacağımı bilmiyorum."

Hiçbir şey söylenmedi. Cevap olarak sadece toz ve yalnızlığı yankılayan bir sessizlik geldi.

"Ne yapacağımı bilmiyorum," dedi Taehyung doğrudan. "Sanırım, ailemi öldüren kişiyi öğrenebilirim. Beni öldürmek isteyeni. Ama bu, mezarlıktan dışarı çıkmam gerektiği anlamına geliyor."

nobody ✓ Where stories live. Discover now