3

3.1K 361 92
                                    


/neden severken de, veda ederken de yalnızım?  -i need you



Aşık olduğunuzda hayat her zamankinden daha farklı oluyor. Daha renkli, daha hızlı, daha heyecanlı ve daha güzel... Birine karşı platonik hisleriniz olsa bile daha güzel çünkü o kadar çok hissediyorsunuz ki, sessizce atıp varlığını fark ettirmeyen o organ, aşıkken "Ben buradayım! Bak atıyorum!" diye bağırıyor ve ağlarken bile yaşadığınızı düşünüyorsunuz. Terk edildiğinizde ya da aldatıldığınızda, acı içinde kıvranırken bile yaşıyorsunuz aslında. Çünkü hissetmek yaşamaktır. Çünkü aşık olduğunuz insana ait diye, acı bile güzeldir. 


Park Jimin'e ait ilk anılarımın olduğu zamanlarda gözyaşı, acı ya da keder yoktu. Daha çok heyecan ve renkler vardı.

Bütün renkleri barındıran biriydi ve gözlerimi kelimenin tam anlamıyla kamaştırıyordu.

Lisenin ilk senesi hayatımın en canlı dönemiydi. Her sabah büyük bir mutlulukla uyanıyordum ve büyük bir heyecanla giyiniyordum. Aynanın karşısında geçirdiğim süre artmıştı, saçlarımı daha özenle tarıyordum. Kunpimook ile buluşup gittiğimiz okul yolu, yürüdüğüm en güzel yoldu.

Okulu daha önce hiç bu kadar sevmemiştim, bu değişimimden annem de haberdardı ama bir şey dediği yoktu. Sadece sabahları beni uyandırmaya geldiğinde benim çoktan kalkmış ve aynanın karşısına geçmiş olduğumu görüp şaşırıyordu. Ya da yemek masasında başımı elime yaslayarak tabağıma gülümsemeye başladığımı fark ettiğinde sessizce beni babama gösteriyordu.

Daha neşeliydim, daha hareketliydim ve daha dalgındım. Ama aşk güzel bir şeydi yahu, içim içime sığmıyordu! İçim böyleyken nasıl sabahları suratsız uyanabilirdim? Gözümü açtığım ilk an o gelirken aklıma, nasıl tekrar geri yatmak isteyebilirdim?

Böyle birkaç ay devirdim. Kunpimook'un da benden bir farkı yoktu aslında bakarsanız. Sürekli bana Jia Er'i anlatıyordu. Yani Çinli olduğu için gerçek adı Jia Er'di ama okulda ona Jackson diyorlardı , yine de Kunpimook ona kendi ismiyle hitap etmeyi seviyordu.

Jimin'den ona bahsetmemiştim, daha çekingendim. Ama o zeki bir çocuktu, kendiliğinden anlamıştı zaten. 

Bir keresinde bahçedeydik. Park Jimin ve geniş arkadaş grubu çimenlere yayılmıştı. Birinin elinde gitar vardı. Gülüşüp, aynı şarkılara eşlik ediyorlardı. Dışarıdan eğlendikleri oldukça belliydi. Ben ve Kunpimook ise onlardan biraz daha uzakta, banklardan birinde oturuyorduk. Gözlerimi oradan alamıyordum keza Kunpimook da öyleydi. 

Jackson, Namjoon denilen bir çocukla çok yakındı. Onun bacaklarına koyduğu başıyla, yüksek sesli kahkahalar atıp duruyordu. Kunpimook bundan oldukça şikayetçi olduğundan sürekli homurdanıyordu. 

''Eşcinsel mi acaba?'' dedi en sonunda onları kesmeyi bırakan Kunpimook. Bu sırada, ben de Jimin'in grubundan bir çocukla normalden yakın olduğunu düşünüp dertlenmekle meşguldüm. 

''Bilmem, ne fark edecek? Gidip açılacak mısın?''

''Şansım artmış olacak ve evet, gidip açılabilirim. Ölene kadar gizli gizli sevmemi mi dilerdin?'' Dönüp ona baktığımda omuz silkti ve hafifçe gülümsedi. ''En fazla ne kaybederim ki? Beni tersler ve evet benimle olmaz. Ben de kaldığım yerden onu sevmeye devam ederim. Hem belki umudum biterse, hislerim de biter.''

O ana kadar Park Jimin'e açılmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Daha en yakın arkadaşıma bile bahsedememiştim ama Kunpimook'un gülümseyen yüzüne bakarken acaba diye düşünmüştüm. Acaba öyle bir ihtimal olabilir mi? 

Birkaç dakika sonra ayakkabılarını ve çoraplarını çıkartmış olan Jimin kalkıp gitara eşlik ederek çimenlerin üstünde dans etmeye başladığında, ona nasıl baktığımı inanın bilmiyorum ama büyük ihtimalle gözlerimin içi gülüyordu, Kunpimook yanımda kahkaha atmaya başlamıştı. 

''O mu?'' dedi beni dürterken. ''Park Jimin mi?'' 

''Ne?'' dedim çattığım kaşlarımla. ''Ne olmuş ona?''

''Birinden hoşlandığını anlamıştım ama hangisi olduğunu tam anlamamıştım, demek Park Jimin'di.'' Omzuma vurup güldüğünde elbette inkar edecektim. Başımı hızla iki yana salladım, endişeli bir halim vardı. ''Saçmalama Kunpimook. Kim olduğunu bilmiyorum bile.''

''Jungkoook-ah, ona nasıl baktığını görmüş olsan inan bana inkar etmeye kalkışamazdın. Buram buram aşk kokuyorsun dostum, gözlerinin içi gülüyor.'' Bakışları dönüp Jimin'i bulduğunda takip etmişti gözlerim onu. Jimin'in çıplak ayaklarıyla çimenlerin üstünde zıplıyordu. Sonuna kadar aralanmış dudaklarının arasından yüksek sesli kahkahalar yükseliyordu. Kimseyi umursamıyordu ve gerçekten o kadar keyifliydi ki, yaşamın gizli anahtarına sahipmiş gibi davranıyordu.  Çok parlaktı, çok neşeliydi ve Park Jimin yeni doğmuş bir bebek gibi yaşam vaat ediyordu. Dalıp gitmemek mümkün değildi, bu yüzden görüntüsü gözümde yavaşlamış, ağır çekime geçmişti. Kunpimook tam da o an söyledi, söylediği an kabullendiğim cümlesini.

 '' Muhtaç bakıyorsun.'' dedi. ''Sen resmen ona muhtaçsın Jungkook.''

Muhtaçtım. Park Jimin ile hislerimin hepsi, şu an, otuz üç yaşımdayken bile bu kelimeyle alakalıydı aslında. Gülümsemek için muhtaçtım, nefes almak için muhtaçtım ve yaşamak için ona muhtaçtım. 

 Ve ona hep muhtaç kalmıştım.


Tam şu an durduğum yerde, sonunda bulduğum şeye bakarken bunu iliklerime kadar tekrar hissetmiştim. Öyle bir muhtaçlıktı ki hissettiğim, gözlerimdeki yaşlar akacağı yolu bulup dışarı çıkarken ve bacaklarım beni taşıyamayarak dizlerimin üstüne yıkılmamı sağlarken muhtacım diyordum. Park Jimin ben sana çok muhtacım. 









hiraethHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin