5

2.8K 341 228
                                    

/hey sevgilim, biliyorum bu senin tek başına verdiğin bir karar, ekvatordan daha sıcak ellerin, bedenin bir melodiyle kayboldu, ama ben hala burada kaybolan melodinin üzerinde tekrardayım.  -let me know



Okulun son ayıydı. Herkes tasasız bir şekilde, bahçede, koridorlarda ve kantinde boş vakit geçiriyordu. Sınavlar ve ödevler geride kalmıştı, artık büyük bir umutla yaz tatilini bekleme dönemiydi. 


Bizim içinse durum elbette farklıydı. Tatil demek, yaklaşık üç ay boyunca onları görememek demekti ve bu korkunç bir düşünceydi. O otobüste, Jimin'i gördüğüm ilk andan beri yaptığım, düzenli tek eylem, bir köşeye geçip onu izlemekti. Gülerken bedenini nasıl yana eğdiğini, elini dudaklarının önüne nasıl getirdiğini ya da saçlarını nasıl geriye doğru taradığını ezbere biliyordum. İşaret parmağındaki, çiçek motifli gümüş yüzüğünü hiç çıkarmadığını bildiğim gibi, gruptaki birinin suratı asık olduğunda sürekli onunla konuşup, onu güldürmeye çalıştığını da çok iyi biliyordum.  

Dans kulübündeki koreografilerinin hepsini ezbere bildiğim gibi, dinlenmek için kendini yere attığında, su almaya gidemeyecek bir hale gelene kadar dans ettiğini için biri gelip eline bir şişe tutuşturana kadar su içmediğini de biliyordum. Biliyordum çünkü en arka koltuklara oturup, sürekli onu izliyordum.

Muhtaç olduğumu söylemiştim ve yaşamak için oksijene değil ona ihtiyacım olduğunu kabullenmiştim.

Hayatıma devam edemiyordum, bir hayatım bile yoktu. Park Jimin vardı. Güne onunla başlıyor, belki gözüne takılırım diye aynanın karşısında kendimi onun için süslüyor, okulda etrafında dolaşıyor ve eve geldiğimde onu düşünerek uykuya dalıyordum.

Suskundum, içimde bir şeylerin savaşı vardı. Annem ve babam bu halimden şikayetçiydi çünkü ders bile çalışmıyordum. Bu yüzden bir gece, Kunpimook'un attığı müziği dinleyerek ağladığım bir gece, annem odama gelmiş ve saçlarımı okşamıştı. ''Jungkook-ah,'' demişti. ''Daha çok küçüksün, inan bana geçecek. Daha çok seveceğin birileri çıkacak karşına.''

Çıkmadı anne. Ve geçmedi. Hep daha kötü oldu, hep daha çok acıdı. Gerçi, belki sen şimdi olduğun yerde, iyi olduğumu umut ediyorsundur. Belki bir torunun olduğunu düşünüyorsundur. Olmadı. Hiçbiri olmadı. Geri gelmemi de bekliyorsan eğer, bekleme. Zaten gelsem bile, gelen senin oğlun olmayacak. Ben o değilim. 

Eğer mutlu olduğumu düşünerek yaşamaya devam ediyorsan durma ama gelmem için de dua etme. Çünkü ben saf bir acıyım ve sen beni tekrar bulursan, halime mahvolursun. 

O zamana kadar, yani son aya kadar hiçbir iletişimimiz olmadı onlarla. Yanlışlıkla çarpışmadık bile hiçbiriyle. Sadece Min Yoongi denen herifle arada göz göze geliyorduk ki bu ödümü koparıyordu ama onun dışında hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey.

Ta ki o öğle arasına kadar. Kunpimook, He Ran ve ben masada oturuyorduk. He Ran sınıftan, arada sırada konuştuğumuz  bir kızdı. Hafiften Kunpimook'a yanıktı ama onun eşcinsel olduğunu da biliyordu. Kunpimook boş ümit vermemek için ona dürüst davranmıştı. 

Aranın bitimine son on dakika falan vardı, Jimin ve Jackson arkadaşlarının oturduğu masada değildi. Huzursuzca salladığım bacağımla büyük kantinde dolaştırıp duruyordum gözlerimi. He Ran olduğu için Kunpimook'la konuşamıyorduk ama onun da etrafa attığı meraklı bakışlardan onları aradığını biliyordum. Bir ara Kunpimook'un gözleri aramayı durdurdu ve Kunpimook dondu. Ne dercesine suratına baktığımda gözleri bana değdi ama mimikleri hareket etmedi.  Ne var Kunpimook?

Birinin sandalyemi tuttuğunu ve birinin de yanıma geçtiğini hissettim. ''Merhaba.'' dedi bir ses. Başımı kaldırıp yüzüne bakmadan da kim olduğunu anlamıştım zaten. Jimin'di. Benim değildi o zaman ama yine de Jimin'imdi. 

Bizim cevap veremeyeceğimizi anlayan He Ran ''Merhaba.'' dedi. Gözleri gözlerime değdi tam o an. Bakamadım, gözlerinin içine bakamadım. Kıyamadım bakmaya da. Kaçırdım gözlerimi. 

  O günden beri içimin yanışı hiç sönmedi.   

Nefesimi tuttum.

''Gençler sınıf öğretmeninizin telefon numarasını biliyor musunuz?'' Konuşan arkamdakiydi. Kunpimook'un bakışlarından Jackson olduğunu tahmin etmek zor değildi ama tahmine gerek kalmadan ''Ben de var Jia Er hyung.'' demişti Kunpimook. Jimin'in dönüp ona baktığını fark etmiştim. 

O telefonundan numarayı ararken ellerinin titrediğini tek ben gördüm, Jackson'ın onun yanına gelip önüne bir kağıt ve kalem bırakırken Kunpimook'u süzerek gülümsediğini de. Teşekkür edip yanımızdan ayrıldıklarında, ikimiz de birbirimize bakakalmıştık. He Ran iyi bir kızdı, anlamış olduğundan olsa gerek masadan usulca kalkıp gitmişti. 

Ben masaya eğilip ağlamaya başlamadan önce, Kunpimook ''Ağlayacak mısın yoksa?'' diye sormuştu. 

Ağlamıştım. Heyecandan, mutluluktan ve gözlerime değen gözlerinden. Ama en çok tuttuğum nefese ağlamıştım. Çünkü kokusunu yine bilmiyordum. Yine kokusunu içime çekememiştim

O gece Kunpimook bizde kaldı. Defalarca Jackson'ın ona nasıl gülümsediğini anlattığım o gece,  gözlerinin içine bakmadığım için duyduğum pişmanlık büyüktü. O gece de pişmanlıktan ağladım. Alamadığım nefese, bakamadığım gözlere ağladım. 

Jia Er... Belki de Kunpimook için her şeyin başlangıcı Jackson'a böyle hitap etmesiyle başlamıştı. Belki o gün, ona cevap veremeseydi, her şey çok farklı olurdu. Bilemem. Bilemeyeceğim. 

Ve hep merak etmiştim Jimin, o gün sana dönüp ''Merhaba.'' diyebilseydim ve gözlerinin içine baksaydım, o gün bizim de başlangıcımız olur muydu? 

Şimdi dizlerimin üstüne çökmüşken ve yine ağlarken, ''Merhaba.'' diyorum. Karşındayım. Seni çok aradım. Günler değil, aylar değil, yıllar geçti Park Jimin. Ben seni çok aradım. Buldum. ''Merhaba Jimin. Merhaba, benim Jimin'im.'' 

Sevgilim, bu tek başına verdiğin bir karar, biliyorum.  Ama seni buldum. Gözlerime bakmıyorsun. Bu sefer gözlere bakamayan sen misin? Park Jimin, bu an için yaşamaya devam ettim ve sen gözlerime  bile bakamıyor musun? Seni koklamama da izin yok değil mi? 

Olsun sevgilim. Artık ölmeme izin verdiğini biliyorum, o bana yeter.

Seni seviyorum Park Jimin. Bunu sana söyleyemedim, söylediysem de az söyledim biliyorum. Ama seni seviyorum ve seni sevmeyi bir kez bile unutmadım sevgilim, seni nasıl sevdiğimi unutmadım. Seni o otobüste gördüğüm ilk andan sonra, otuz üç yaşımda, seni burada bulana  kadar hayatımda yaptığım tek şey, seni sevmekti. Seni sevdim, seni seviyorum, seni seveceğim. 

''Merhaba sevgilim.''






hiraethHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin