12. Bölüm

718 70 180
                                    

Medya= Emily

Kollarım titriyordu, bacaklarım titriyordu, ellerim titriyordu, bütün vücudum titriyordu; korkudan. Şu an omzuma değmekte olan keskin bıçağın, her an boğazıma da değebileceğini biliyordum. Bu yüzden olabildiğince hareket etmemeye çalışıyordum. Çünkü yapacağım ilk harekette, Jack'in beni öldüreceğini bilmiyordum.

"Sana, seni kendi ellerimle öldüreceğimi söylemiştim. Haksız mıymışım?" Bu sözlerine karşı suskun kalmayı tercih ettim. Ona ters cevap vererek, onu daha da kızdırmayı ve kendi ölümümü kendi ellerimle hazırlamayı istemiyordum.

"Ne o, korktun mu benden? Susacak mısın?" dedi omzumda tuttuğu bıçağını derime biraz batırırken. Omzumun acımasıyla, gözlerimi sıkıca yumdum. Gözyaşlarımı akıtarak, Jack'e güçsüz biri gibi görünmek istemiyordum.

Ağlamayacaksın Emily, dedim kendime içimden. Ağlamamalısın Emily. Ağlamayacaksın, ağlamamalısın, ağlama...

Bıçağını omzumun derisine batırmayı kesip bıçağını çektiğinde rahatlayarak gözlerimi açtım. Omzuma henüz bakmamıştım ama kanıyor olduğuna emindim. Acıyordu, çok acıyordu.

"Aa, bakıyorum da hiç konuşmuyorsun. Yoksa şimdiden korktun mu? Oysa bu daha hiçbir şey..." dedi alaylı bir ses tonuyla. Sözleri ellerimin buz kesmesine neden olmuştu. Bedenim ise, hâlâ titremeye devam ediyordu.

Ellerini saçlarıma dolayıp çekmesiyle bağırdım. Ama Jack hemen bu duruma el koyarak kızgınlıkla fısıldadı: "Sus. Daha kötü şeyler olmasını istemiyorsan sus."

Söylediklerinde ciddiydi, biliyordum. Bu yüzden ellerimi hemen ağzıma kapadım. Ama saçlarımı bir kez daha çekmedi. Bunun yerine "Yüzünü bana dön." dedi. Bu sözlerini duymazlıktan geldim ve bir santim bile kımıldamadım yerinden. Yüzüme zarar vermesini istemiyordum, acıyacaktı çünkü; biliyordum.

"Sana dön dedim." dedi ses tonu daha da ciddileşirken. "Eğer kendin dönmezsen ben seni döndürmesini bilirim." dedi bıçağını bu sefer sırtıma değdirirken.

"Hayır!" diye bağırdım korkuyla. "Tamam, kendim döneceğim." İçimdeki korkuyu bastırmaya çalışırken, yavaşça ona doğru dönerek bakışlarımı gözlerine çevirdim.

Çok... Çok garipti... İlk defa gözleri bu kadar... bu kadar... sinirli bakıyordu. Beni öldürmek istediği, gözlerinden çok net okunuyordu. Hem de çok net... Neden, diye düşündüm. Neden? Tamam, bir ölüm savaşındaydık; beni öldürmesi gerekiyordu kendi yaşamı için. Ama ben ona, kendimi bu kadar nefret ettirecek kadar ne yapmıştım? İkimizin de haraç seçilmesi, onunla aynı ölüm savaşına denk gelmiş olmam benim suçum değildi ki...

"Korkak! Birazdan öleceksin, biliyorsun; değil mi?" dedi nefretle bana göz kırparken. Dümdüz baktım gözlerine, hiçbir şey söylemedim. Bu kadar iğrenç bir insanla muhattap olmayı kesinlikle istemiyordum.

"Cevap vermiyorsun demek küçük hanım." dedi sırıtan dudakları düz bir çizgi hâlini alırken. "Konuşacak bir şeyimiz kalmadıysa işleme geçelim o zaman."

Elindeki bıçağı yavaşça bana yaklaştırırken hiçbir tepki vermedim. Ölecektim, bunu kabullenmiştim. Acıyacağını da kabullenmiştim. Tek istediğim, her şeyin bir an önce olup bitmesiydi; ta ki bakışlarım bir şeye takılana kadar...

13.58... Saat 13.58'di. Ziyafete yalnızca 2 dakika kalmıştı. Ve ben Jack'i biraz olsun tanıyorsam, ziyafetteki yemekleri kimseye kaptırmazdı. Saat 14.00'te ziyafet masası açılır açılmaz oraya koşup bütün yemekleri kendine alırdı. Hiçbir haracın oraya elini sürmesine bile izin vermezdi. Çünkü... Çünkü bencildi... Hırslıydı... Çok... Çok hırslı...

76. Açlık OyunlarıWhere stories live. Discover now