miss you, park

3.1K 190 114
                                    

Şu an bir bankta oturuyorum, üzerimde senin bayıldığın siyah şortum ve beyaz, üzerinde renkli el izlerimizin olduğu baskılı tişört var. Belki bu çetin sonbahar gününde bu kadar ince giymeme kızardın, bilmiyorum. Sanırım artık üşümüyorum Jimin, beni senin yokluğunla soğuyan yatağımdan başka hiçbir şey üşütmüyor.

Gözlerimi kapatıyorum, anılarımıza odaklanmaya çalışıyorum. Kahkahalarını duyuyorum, güzel anlarımızı, hiçbir sorunun olmadığı hayatımızı. Hayatımdan kaçmak için geçmişime sığınıyorum ve bil bakalım, ne oluyor? Orada da hatalarıma çarpıyorum. Seni seviyorum demeden seni işe gönderişimi görüyorum, baş başa oturduğumuz masada telefonla ilgilendiğimi görüyorum, sana bağırdığımı görüyorum, gözyaşlarını görüyorum. Ayrılalım artık diye bağırışını duyuyorum, yapamadığını görüyorum. Seni zaman zaman nasıl kendimden soğuttuğumu görüyorum, dehşete düşüyorum.

Senin kadar güzel birini asla hak etmedim, bunu çok iyi biliyorum. Berbat bir insanım ben, asla seni üzdüğümü göremedim. Kendini tuvalete kapatıp ağladığında, bunun altında derin anlamlar aramadım. Yine sinirlenmişsindir, dedim. Ne vardı ki, hep olurdu bu zaten. Sinir hastasının teki işte, engel olamıyor öfkesine. Biraz bencillik, bolca kıskançlık ve sulugözlülük... İşte Park Jimin! derdim. Ben seni parçalara ayırdım, her parçan teker teker can verirken bile görmedim. Ellerim kan içinde kaldı ve ben, o ellerle seni severken, gözlerinde yansıyan benin kirlendiğini fark edemedim. Sen her gün biraz daha eksildin ve ben, senin doyumsuz olduğunu söyledim; 'Seni seviyorum işte adam, ne diye ağlayıp duruyorsun! Yeter, bıktım palavralarından! Ayrılacağım demek kolay, sevgime muhtaçsın, nasıl ayrılacaksın!'

Güzel cümlelerim yaralarını ne kadar sardıysa, kötüleriyle zehirledim seni. Akıttığım zehir yarım yamalak sardığım o bezi eritti ve kemiklerine işledi kontrolsüz duygularım. Sen her gün, benim hatalarımın kurbanı olurken ben utanmazca suçladım seni. Aptal... Ne kadar aptalım değil mi? Gözümün önünde bana sunulan kadere kızmıyorum, biliyorum berbat herifin tekiyim ve hak ettim bunları çünkü. Senin kadar güzel bir adamı şımarıkça üzerken başka ne düşünebilirdim ki? Sevginin çeyreğini hak etmiyorum, ve sana asla kızamıyorum gökyüzüne kaçtığın için.

Sadece... Bilmiyorum Park. Ne demeliyim bilmiyorum, değiştim demeyeceğim çünkü inanmazsın sen değişime. Bu yüzden, özümü buldum diyeceğim. Kabuklarımdan soyuldum ve gerçek Jeon Jungkook'a ulaştım, ah, zor oldu sevgilim. Bu arada, sana sevgilim dememe kızmazsın değil mi? Bunu söylemeyince yanımdaymışsın gibi hissedemiyorum, kendimi kandıramıyorum.

Filmler, kitaplar, hikayeler... Bunlar hep, mağdur kişinin bakış açısından yaratılan eserler oluyor genelde. Sonuna kadar, aşkı berbat eden bir sevgiliye sahip olmanın ne demek olduğunu anlatıyorlar. Peki ya, aşkı berbat edenin kendisi olmak? Ah, bunun göğüs kafesin kırılıyormuş gibi hissettiren o çaresiz acısını kimse yazmaz Jiminnie. Çünkü alacakları tepkilerden korkarlar, sen nasıl böyle iğrenç bir insanın pişmanlığını kaale alıp, kalemini kirletiyorsun derler. Ah, onlar asıl kirli kalpli olanlardır ve kirli kalemlerinin görünmesinden o kadar korkarlar ki, her şeyi en gerçek haliyle anlatamazlar. Erkek kıza çiçek alır, sevişirler, erkek aldatır, ayrılırlar ve kız meğer kansermiş... bla, bla, bla! Aman tanrım, herkes senarist kesilmiş!

Klişe hayatlarından çıkıp, gerçeği görmek için fazla basit insanlarla dolu dünya ve sen o dünyadaki, en güzel melektin. Tüm bu sıradanlığın arasında nasıl da parladın ve girdin hayatıma, nasıl mutlu ettin beni! Park Jimin, sen hayatımdaki en güzel şeydin. Saçların her hafta ayrı bir renkti; turuncu, mavi, kırmızı, sarı, siyah... Hepsi de sana çok yakışırdı fakat sen hiçbirisinin güzel durmadığını, yüzünün çirkinliğinden doğru rengi bulamadığını söylerdin. Oysa bir görseydin, gitmeden önce bir kez olsun evrendeki en güzel adam olduğunu fark etseydin hayret ederdin!

Bir gün... Ah, sanırım 2016 yılının Ekim ayı, sonbahar her yeri sarmışken ve yapraklar sararıp dökülürken bir parka gelmiştik. Saçların bu sefer turuncuydu, sonbahara özel boyattığını söyleyip gülmüştün. O turuncu saçlarının arasına yapraklar sıkıştırır, işte şimdi güzel oldum derdin. Oysa parlak gülümsemenle, güldüğünde kısılan gözlerinle ve tombul yanaklarınla sen hep güzeldin. Benim gibi, çirkin bir adamın aksine güzelleşmek için farklı şeylere ihtiyaç duymuyordun Jimin. Sen hep, hep güzeldin ve benim yanımda, sönmüş ayın yanındaki parlak güneş gibi dururdun.

Seni her zaman çok seveceğim sevgilim, burada veya gökyüzünde. Belki inanmıyorsun sevgime ve şu an sana yazdığım bu satırlara gülüp geçiyorsun, bilmiyorum. Park Jimin, inan bana çok ayrıydın. Seni öptüğümde, sana sarıldığımda kalbimin içinde açan bir sürü çiçeği görseydin bana hak verirdin. Kapkaranlık vücudumun etrafında rengarenk çiçekler tomurcuklanırdı ve senin yüzünden olduğu o kadar belli olurdu ki! Bendeki tek güzel şey, senin bana bahşettiğin çiçeklerdi. Şimdi onlar da yok, berbat bir insan olduğumu iliklerime kadar hissediyorum Min. Yalvarıyorum, nolursun bu dünyadan gittiğimde gökyüzünde beni karşılayacağını söyle. Ne bileyim, bir yıldız kaydır veya ay tutunması yaşansın. Bana bir cevap ver, mektuplarımı okumadığını söyleme sakın. Beni kabul edersin, değil mi Park? Lütfen kovma beni, zaten gökyüzü şeytan kabul etmez, sen gibi meleklerin yeri orası.

Geliyorum, sarıl bana asla parlamayı kesmeyen yıldız.

Yemin ederim ki bu sefer bizi böyle bitirmeyeceğim.

Starry Nights with Jikook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin