cant hold these daisies alone

2.2K 180 172
                                    

Yine akşamın geç saatleriydi o gün, Jungkook elinde bir demet papatyayla loş sokakta yürüyordu.

Öyle güçsüzdü ki papatyaları tutuşu, yürümeyi bıraktığı anda düşecekti sanki. Göğsünde kocaman bir boşluk, nefes almasını zorlaştırıyordu. Barların kapısında yayılmış, elinde şişelerle ona laf eden insanları duymuyordu. O hareketli müzik sesleri, insanların bağırtısı uğultudan ibaretti sadece. Belki biraz içmiş olabilirdi, gözleri hafif doluydu ve önünü görmek zordu. Kendi evinden sonra bildiği tek adrese doğru ilerlerken hiçbir şey düşünmüyordu ona ulaşmaktan başka. Biraz sesini duymak, anlattıklarını dinlemek ve minik suratını incelemek istiyordu. Belki sığınırdı kucağına, ağzını asla açmazdı ama onu sevmesini sağlardı. Geri çevirirse, bu yolları tekrar yürüyecek gücü yoktu ve bunu umursayamıyordu bile. Aklında sadece, sarı saçlarıyla bir periden farksız çocuk vardı. Elinden tutmalı ve onun masal dünyasına erişmeliydi, imkansız olsa da istiyordu bunu. Kendi etrafı çok karanlıktı ve Jimin, öyle güzel parlıyordu ki içinde bulunduğu karanlığın dehşeti daha çok batıyordu göğsüne. Onun güzelliğini gördükçe, hapsolduğu bu korkunç evrenden yalnız başına çıkmaya çalışıyordu.

Gecenin geç saatleriydi ve o, bunu kavrayamayacak, kavrasa da umursamayacak kadar kendinden geçmişti. Belki de minik ay prensi uyuyordu, üstünde çiçekli pijamalarıyla. Ve Jungkook kendi deyişiyle kötü bir adam olduğunu gördü, kapısını çalıp uykusunu bölme ihtimalini düşünemedi o bulanık kafasıyla. Belki biraz bencilceydi fakat dayanamıyordu, papatyalar yalnız başına taşımak için çok ağırdı.

Apartmana geldiğinde, aralık bırakılmış kapıdan içeri girdi. Duvarın gözünün alıştığı desenlerine bakarak, taş merdivenleri teker teker çıktı ve onun katına geldiğinde durdu. Tam kapısının önünde, hiçbir şey yapmadan bekledi bir süre. Adımlarının onu yönlendirdiği bu kapıya gülümseyerek baktı, ne kadar aciz olduğunu yeni fark ediyormuş gibi bir ağırlık çöktü üzerine. Ona karşı böyle duygular beslemekten uzunca bir süre nefret etmişti, sürekli kovmuştu onu aklından. Zaman akıp gidiyordu, günler, aylar, hatta neredeyse yıllar geçmişti duygularını fark ettiği günden bu yana. Bu kadar uzun süredir neler hissettiğinin farkında olmasına rağmen, yanlış birine aşık olmanın hissettirdiği o iğrenç duyguya hiçbir zaman alışmamamıştı. Sanki onu severek büyük bir suç işliyormuş, ona ihanet ediyormuş gibi hissediyordu. İçini kemiren, onu tüketen karanlık bir güç vardı ve Jimin ışığını oraya tutmazsa tükenecekti.

Kapı birkaç çalıştan sonra açıldı, Jimin üzerinde geceliklerle ona bakarken şaşkın görünüyordu. Eh, haklıydı da. Ağlamaktan gözleri kızarmış bir Jungkook'un gecenin bir saati kapısına gelmesi karşısında ne hissedeceğini şaşırmıştı.

"Jungkook, bu halin ne?"

Jungkook gülümsedi, o kadar sahteydi ki gerilen dudaklarının göstermeye çalıştığı duygular. Rolüne güzelce bürünme vakti gelmişti şimdi, en yakın arkadaş maskesini takmalıydı.

"Biraz zamansız oldu sanırım." Gülerek ensesini kaşıdığında Jimin başını iki yana salladı, şaşkınlık ve telaş arası duygular arasında gidip geliyordu.

"Hayır! Benim kapım sana her zaman açık, biliyorsun."

Değil, demek istedi Jungkook. Kapılarının en önemlisi hep kapalıydı sarışının, Jungkook ne zaman kendisinden kaçsa o kapıya sertçe çarpıp düşüyor, kapana kısılıyordu ve boğuluyordu kendi sevgisinde. Yine de hiçbir şey demedi, her zaman yaptığı gibi sustu ve girdi içeri. Sıkıca sarıldı ve fark ettirmemeye çalışarak, sarı saçlarının arasındaki bebeksi kokuyu içine çekti. Ondan habersiz, kalbinin kırık parçalarına kısa anlığına iyi gelen kokusunu ciğerlerine hapsetti. En yakın arkadaş maskesinin ardına sığınarak kolları arasında iyileştiği için nefret etti kendisinden, tam bir sahtekardı.

Starry Nights with Jikook Where stories live. Discover now