~ 1 ~

1.7K 71 29
                                    

Ağaçların arasından esen rüzgar, ağaçlardan düşen turuncu renkli ölü yapraklar bu güzel şehrin toprağını renklendiriyordu. Kuşlar göç ediyordu, mevsim sıcak olduğunda ve ağaçlar çiek açtığında geri döneceklerdi. Sokağın köşesine, parkın yakınlarına bir polis arabası park edilmişti. Sessizce orada duruyordu, insanlar vardı, güneşin doğuşunu bekliyor gibiydiler. Ve yakalamıştılar da, güneşin doğuşu gökyüzünü renklendirmişti ama bulutlar çoğunu kapatıyordu.
"Her gün gittikçe daha da soğuk oluyor....tıpkı kalbim gibi." diye mırıldandı adam.

Parmakları yavaşça direksiyona vuruyordu, gökyüzüne odaklanmıştı ve kulaklarına radyodan gelen müziğin sesi doluyordu.

"Ve Park Jinyoung'dan bir isteğimiz var. O, 24 yaşında 'Üşüyorum ama aşk her gün kalbimi ısıtıyor, Mark'ı seviyorum' diyen bir adam. Ne güzel bir söz, hadi şimdi onun istediği parçayı çalalım."

Adam dudaklarındaki istemsizce oluşan gülümseme ile radyoyu dinliyordu. Dünyada tatlı sevgilileri için radyoda ismini söyleyen tatlı çiftler görmek güzeldi.

"Bu tatlı..." diye fısıldadı, direksiyonu sürmek için haraket ettirirken yüzündeki zoraki gülümseme ile. Fakat çalınan şarkıyı duyması ile duraksadı.

"Anne Marie'den, '2002'...i will always remember, the day you kiss my lips light as a feather~"

Gözlerini kocaman açarken gaza basıp aniden arabayı ters yöne çevirdi.

"AHH, SİKEYİM!"

Bir çığlık duyduğunda, hızla kendini toparlayıp frene basarak arabayı durdurdu. Nefesini dışarı verdi ve birine çarpıp çarpmadığını kontrol etmek için arkasını döndü.

"SENİ SÜRTÜK! BENİ ÖLDÜRECEKTİN!" dedi. Arabadaki adam özür dilerken, kapıyı açtı.

"Hoseok, özür dilerim. İyi misin?"

"BİLMİYORUM! NEDEN ORADA UZANAN CESEDİME SORMUYORSUN?" dedi, arabanın arkasını gösterirken.

Adam iç çekti. "Tepki vermeyi bırak, sana dokunmadım bile."

"OH, EVET BEKLE, BENİ ÖLDÜRMEDİĞİN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM, JUNGKOOK!" dedi alayla bağırarak, arabaya bindi ve iç çekti. Radyodan gelen şarkıyı duyduğunda tek kaşını kaldırdı.

"BU ŞARKI BERBAT!" Jungkook bağırdı ve radyoyu kapattı. Hoseok'un bakışlarından kaçınırken, boğazını temizledi.

Şef konuyu değiştirmek istedi ve hızlıca bir şeyler düşünmeye çalıştı. "Oh, bugünün ne olduğunu biliyor musun?" Şapkasını çıkarıp kafasını kaşırken, heyecanlı ses tonu ile söyledi.

Jungkook direksiyona geçti ve bu sefer gerçekten sürmeye başladı. "Neredeyse, öldüğün gün mü?" dedi alayla. Hoseok tepki vermezken, kendi şakasına gülmeye başladı.

"Aigoo, sen polis olarak kalmalısın, çünkü komedyenlik sana göre değil." dedi.

Genç olan sokağın köşesini dönüp marketin önüne arabayı park ederken, dilini şaklattı. "Kabasın...Bugün ne günü?" Merakla Hoseok'a bakış attı.

Hoseok gülümsedi. "Memurları eğiteceğiz! Bizi gördüklerinde çok korkacaklar, aynı zamanda da gergin olacaklar, çok heyecanlıyım!"

Uzağa baktı ve bir an için bu konuyu düşündü. Her yıl yeni memurlar gelirdi. Şefler onları eğitirdi, geçen yıl Jungkook hiçbirini eğitmemişti, çünkü neredeyse, bir hafta boyunca işe gelmemeye karar vermişti. Bu yılda istemiyordu, arabada Hoseok ile olmamaktan hoşlanmıyordu. "Pas geçeceğim." dedi, arabadan inip kapıyı kapatırken.

"Pas mı? İkinci şef, bunu yapamayacağını biliyorsun. Bu bir seçim değil." dedi, markete yürüyen onu takip ederken.

Jungkook omuz silkti, bir çocuk eğitmek istemiyordu. Bütün gün tanımadığı bir adamla aynı arabada oturmanın kabus olacağını düşünüyordu.Bunun bir parçası olmak istemiyordu, bunu yapmayı düşünmüyordu. "Şef, yapabilirim. Ben izleyin." kendinden emin bir sesle konuştu.

Marketten içecek bir şeyler almak için dolaşmaya başladı. Hoseok, Jungkook'un sert davranmaya çalışmasını ve kendisini onu dinlemiyormuş gibi göstermesine iç çekti. "Gerçekten mi? Bunu tekrar söyle." dedi.

Jungkook istediğini alırken alayla söyledi. "Tekrar söylüyorum, beni izle." dedi.

Hoseok kahkaha attı. "Muzlu sütünü tutarken, bir daha söyle." dedi, Jungkook'un muzlu sütüne bakıp beklerken.

Jungkook somurttu. "B-bu beni çocuk yapmaz!" dedi, mızmız ses tonu ile. Hoseok'u orada bırakıp kasaya ödemeye gitti.

Yeniden arabaya bindiklerinde ikisi de birbirlerine baktılar. "Neden bu kadar uzakta duruyorsun?" diye sordu, Jungkook muzlu sütünü içip surat asarken.

"Hyung, istemiyorum, birini eğitmekten hoşlanmıyorum. Sen yap. Onları korkutacak gibi görünüyorsun. Bahse girerim ki, sadist tipleri-"

Hoseok, Jungkook'un muzlu sütünü aldı ve arabalarının yanındaki çöp kutusuna attı. "Beni dene."dedi.

Jungkook dilini yanağına bastırdı ve alayla söyledi. "Oh, demek bu kadar ileri gittin."

Hoseok düz oturdu ve aniden gergin hissetti. Muzlu süte bunu yapmamalıydı. Şimdi Jungkook'tan korkuyordu ve onunla yüzleşmek istemiyordu. "Elim kaydı." dedi gergince nefes verirken.

Jungkook başını salladı ve gülümsedi. "Seni vurursam, aynı bahaneyi kullanabilir miyim?" Hoseok'u korkutacak kadar sahte olan güzel ses tonu ile söyledi.

"Ben senin şefinim! Bunu yapamazsın. CEHENNEME GİDECEKSİN, JEON JUNGKOOK!" diye bağırdı hayatı için korkarken.

"Oraya birlikte gideceğiz." dedi, eğilip Hoseok'un üniformasının yakasından tutarken.

"ÖZÜR DİLERİM, BENİM BU KALTAK KIÇIMIN ELİ BİR SUÇ İŞLEDİ, ONU CEZALANDIRACAĞIM, AHHH!" diye bağırdı oldukça yüksek ses tonu ile.

Jungkook geri çekilip üzgünce başını salladı. "Bana muzlu süt borçlusun."

Hoseok elini göğsüne götürürken, Jungkook arabayı sürmeye başladı. "Bu kalp krizlerini sikeceğim bir gün."diye mırıldandı nefesinin altından.

___

İlk kitap bittiğine göre buna başlayalım

Güzel şeyler olacak :D

Bu kitap diğerinden kısa, diğerinde olduğu gibi on bölüm kala söyleyeceğim


ᴜɴᴅᴇʀ ᴛʜᴇ ʙʟᴏssᴏᴍ ᴛʀᴇᴇ | ᴊɪᴋᴏᴏᴋ (ᴄ̧ᴇᴠɪʀɪ)Where stories live. Discover now