selamun aleykum
sizi çok beklettim biliyorum. bana hakkınızı helal edin. bir süredir bilgisayarın kapağını bile açmamıştım. ama yarım kalan hikayelerimin huzursuzluğu hep kalbimdeydi. inşallah tekrar buralara dönerim. söz veremiyorum çünkü elimde olmayan şeyleren dolayı uzak kalabiliyorum.
ama siz çok anlayışlı okuyucularsınız. Allah hepinizden razı olsun . yeni bölümü sabırla bekleyenlere selam olsun. sabrının sonuna gelip hikayeyi kütüphanelerinden kaldıranların da canı sağ olsun.
inşallah yepyeni sıfır kilometra hikayelere birlikte yelken açacağımız günler de yakındır. o güne kadar hepinizi Allaha emanet ediyorum.
sizi seviyorum <3
selam ve dua ile....
Şennur KASA
***
Otel odamızın geniş cam kapısına yaslanmış dar ve küçücük balkonumuzdan dışarıyı seyrediyordum. Birkaç saat önce bindiğimiz sandallarda şimdi başka turist çiftler vardı. Birbirlerine sarılmış etrafı gevrek bir gülümseme yayılmış suratlarıyla inceliyorlardı. Demek ki ben de bunlar gibi görünüyordum diye geçirdim içimden ve kendimi biraz aptal gibi hissettim. Hayatımda ikinci defa yaşadığım şehirden uzaklaşmıştım. İkisi de Yağız'ın elimden tutması ile olmuştu. Onsuz memleketimden ayrılmak fikri gönlüme düşünce tüylerim ürperdi. Benim memleket bildiğim tek yer Yağız'ın kalbiydi artık. O nereye ben oraya... Onun kalbi en güvenli liman, en sıcak yuva, en güzel manzaraydı benim için... Onun kalbi kalbimin emanet yeriydi.
Hava sıcak olmasına rağmen Venedik sokaklarında akan suyun serinliğini hissedebiliyordum. Boğuk bir nem duygusunun tenime yapıştığı o bunaltıcı hissi sevmemiştim. Otel odasının klima ile havası temizlendiği için daha solunabilir bir havası vardı benim için. Ben yıllarca kurak bir bölgede yetişmiştim. Bu kadar neme ciğerlerim alışık değildi. Özellikle tenim ve ter bezlerim isyan bayrağı çekmişti. Ve ben de bu yapış yapış halden hiç hoşnut değildim.
Venedik'teydik. Buraya Fransa'dan gelmiştik. Ve Yağız'dan zorla öğrendiğim kadarıyla da buradan sonra Londra'ya gidecektik. Günlerimiz o kadar hızlı ve dolu geçiyordu ki gün sonunda otele vardığımızda her yerimizin ağrıdığını hissedebiliyorduk. Ama ertesi sabah yine dinç bir şekilde uyanıp güne başlıyorduk. Bir haftadan fazla süredir böyle devam ediyordu. Sanki hep mutluymuşuz ve hiç kötü günlerimiz olmamış gibi bir rahatlık çökmüştü üzerime.
Yağız yatağa uzanmış uyurken içimdeki huzursuzluğa direnemeyip balkona çıkmıştım. Bazen duvarların üzerime doğru geldiğini hissediyordum. Bu mutluluğumun ne kadar yapay ve sığ olduğunu düşünememe sebep oluyordu. Bazı duyguları bastırmaya çalıştıkça ve mutlu görünmek için çabaladıkça çok daha derin korkular fark ettirmeden, sinsice su yüzüne çıkıyordu sonunda.
Balkondaki çiçeklerin yapraklarını okşarken Yağız'ın varlığını tam enseme değen ılık nefesiyle beraber hissedince irkildim. Geceye bürünen şehrin görüntüsüne arkamı dönüp yönümü Yağız'a çevirdim. Uyku mahmuru gözlerle bana bakıyordu.
"Dinlenseydin biraz."
Kaşlarımı çatıp azarlar gibi konuştum. Henüz tam olarak iyileşememiş olduğunu ve vücudunun toparlanmadığını kabul etmiyor ve bana güçlü görünmeye çalışıyordu. Bu tutumundan hoşlanmıyordum. Her zaman güçlü olmak zorunda değildi. En azından benim yanımda daha rahat davranması gerekirdi. Belki bazen ruhundaki saydam yaraları görmem için kabuklarından soyunuyordu ama yine de çoğunlukla daha ihtiyatlı ve ketum davranıyordu. Belki zamanla ruhunu kalbimin ellerine bırakmaya o da alışacaktı. Ama bunun için zaman ihtiyacımız olduğunun farkındaydım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yâren
SpiritualBaşımı geriye doğru savurmuş ve " Allah'ım ne olur bitsin bu kâbus..." diye yalvarırken onu gördüm; müstakbel kocamı. Suretini sevdiğim! " Senin ne işin var burada ya!" diye terslendim ilk önce. Sesim ağlamaklı çıkmıştı. Midem kasılmaya devam ediyor...