3. Bölüm: Distopya

2.1K 209 48
                                    

DİSTOPYA

Telefonumu kulağıma dayayarak erken geldiğim sunumdan önce huzura ulaşmayı hedefledim. Bugün benim için özel ama muhtemelen diğer insanlar için, dünün aynısı olacak bir gündü.

Özel olmasının tek sebebi Asrın Türkmen'in sunumu değildi. Beni tehdit eden adamlar, haftada bir gün belirleyerek, o gün içerisinde kardeşimle konuşmamı sağlıyorlardı. Doğruluğundan emin olamasam da, maskeliyle iletişime geçmenin bir yolunu bulduğum takdirde onu yanıma alabileceğimi dahi söylemişlerdi ama dediğim gibi, tehlikeli adamlara güvenmemek hayatımdaki ilk kurallardan biriydi. Özellikle de ailemi katleden insanlara güvenmemek yaptığım tek akıllıca şey olabilirdi.

"Alo," diye açıldı telefon beklediğim gibi. Sert ve kaba sesli adamdı, her zaman ki gibi telefonu açan. Bilerek mi telefonu sürekli ona açtırdıklarını düşünmekten kendimi alamadım çünkü şu hayatta nefret ettiğim sayılı insanlardandı. Ona karşı bir duygum olduğu için şanslı sayılırdı.

"Bugün kardeşimle telefonda konuşma günüm," diye mırıldandım. Kendi kendime konuşuyor gibi göründüğümden emindim. "Her hafta bugün konuşuyoruz."

Her zaman işe yarayan bir numara olduğunu düşünmeme rağmen işe yarayamayacak gibiydi. "Elle tutulur bir şey getirmediğin sürece konuşabileceğini düşünüyor musun?" Boğazını temizleyerek devam etti, son iki haftadır yaptığı gibi. "Ayrıca kendisi şu anda uyuyor."

Gerçekten uyuyup uyumadığını, beni bir çocuk olarak görüp görmediklerini öyle içten bir şekilde merak ediyordum ki, dilimin ucuna sakladığım tüm kötü sözleri yutmak ve gözyaşlarımı gözlerime 'yeniden' hapsetmek zorunda kaldım.

Yeniden, bazen dünyanın en duygusuz ama bir o kadar duygulu kelimesi olabiliyordu.

Hayatın, "Bir insana asla yapmam,' dediği ne varsa, hepsine şahit olmuş, hepsinden nasibimi almıştım. Bunun ruhsal açıdan ne kadar güzel bir şey olduğundan çok emin olamıyordum ama beni ben yapan şeyin bu olduğunu artık biliyordum.

Bizi sadece sevinçlerimiz değil, asıl acılarımız biz yapıyordu ama ben, tüm bunlara rağmen sırf acı çekmemek için ben olmamayı tercih ederdim.

Ruhsal anlamda çöktüğümü hissettiğim her an, çöküntünün üzerinde büyük bir taş daha konulmuştu. Bunu kaldıramayacağımı söylemelerim asla bir sonuca varmamış, muhtemelen dinlenmemiştim bile. Bunu neye bağlamam gerektiğini bilmiyordum.

Annem gibi çok dindar bir insan değildim, bunun yanı sıra babam gibi dini, kısıtlamalardan ibaret gören biri de değildim.

Kim olduğumu, böyle konularda ne düşünmem, nasıl hissetmem gerektiğini bilmeyen, henüz bir arayışın ortasında ve araştırmaya hiç vakti olmayan bir insandım. Vakit kelimesini bahane olarak kullanmamam gerektiğini biliyordum ama ilk defa biri için sadece bahane değildi, bunu çok daha iyi biliyordum.

Benim yaşamaya bile vaktim yokken araştırmak, plânlarım arasına son sıradan bile giriş yapamıyordu.

Kardeşimi istiyordum.

Yaşamak, benden alınan hayatın yerine yepyeni bir hayat çizmek, kendime çok daha özel ve temiz bir taslak oluşturmak istiyordum.

Bunların hepsini ölmeden önce yapıp yapamayacağımdan emin değildim. Bazen hayat okumaktan büyük keyif aldığımız romanların sonundan çok daha görkemli ama çok daha kötü bir şekilde bitebiliyordu. İnsanlara düşen görev, yaşamaya devam etmek ve sanki hiç ölmemiş gibi, kırılmamış ya da kırmamış gibi yeni bir başlangıç yapmaktı.

Statis: YAKAMOZ (TİLKİ KİTAP)Where stories live. Discover now