dokuz

239 21 4
                                    

Ruth ellerini saçlarıma atıp iki parmağının arasına bir tutam sıkıştırarak uzattı. Uzunluğunu anlamak için kolumdan ölçü alırken bir diğer eliyle de sigarasını içiyordu. Dudaklarının arasındaki dalı küllüğe bıraktıktan sonra saçlarımın ön kısmından bir tutam daha alarak yüzüme doğru taradı. "Sana kahkül çok yakışır aslında. Omuzlarında bir kesim. Biraz da incelttirsek, kusursuz olur."

Sonra saçlarımı geri atıp iki eliyle yanaklarıma bastırdı ve suratını dibime soktu. "Biraz da makyaj. Dolabını yeniler, daha kadınsı şeyler alırız. Belki birkaç dövme. Hatta ne var biliyor musun, saçını kızıl yapmalıyız."

"Bana bir randevu mu ayarlamaya çalışıyorsun?"

Kaşığımı kaseye daldırıp ağzıma bir salatalık daha attım. Onları küçük küçük doğramış ve yoğurtun içine katmıştım. Acıktığım zaman evde yemek yoksa abur cubur yiyemiyordum çünkü midemi oldukça rahatsız ediyorlardı, ya meyve ya da salata tabağıyla öğün geçiriyordum. Çocuklar olmadığı sürece hiçbir güçte beni dışarıdan yemek söylemeye itemezdi.

Ruth ile böyle oturup sohbet etmeyeli çok olmuştu. Eskiden Ollie ile daha yakındık ama yaş büyüdükçe muhabbet kurabileceğin bir kız kardeş altın değerinde oluyordu. Bu küçük kızın büyüyüp bana akıl vereceğini, beni hayata döndürmeye çalışacağını ve daha da garibi, en yakın arkadaşımmış gibi hissettireceğini tahmin edemezdim.

Düğünden sonra okula dönmesi gerektiği için ortadan kaybolmuştu ama babamla yaptıkları telefon görüşmelerinden sonra burada kalacağımı, çocukların Zayn'in yanında olduğunu öğrenmiş ve ilk fırsatta devamsızlık hakkını kullanmak için yanıma gelmişti. Hocalarla başını belaya sokmayacağımı umuyordum.

"Zayn'in aklını başına getirmek için tabii ki!" Gözlerini devirdi. Göz kalemini oldukça uzun ve yukarı doğru çektiğinden aynı bir Asyalıya benziyordu. "Sana olan aşkını ona hatırlatma zamanın geldi abla."

Güldüm. "Artık o kısmı geçtik Ruth."

"Ya öyle mi? Biliyor musun beni buna hiçbir güç inandıramaz. Annemle babamın aşkına ne kadar inanıyorsam sizin aşkınıza da o kadar inanıyorum Alexa. Zayn sadece sana çok kızgın o kadar."

"Kızmakta haklı, bende yaptığım şeylerin farkındayım. Bu yüzden onu ayaklarıma getirmek için aptal numaralara girişemeyecek kadar bu işten geçtim zaten. Bıraktım ki mutlu olsun. Çocuklarıyla güzel zaman geçirsin. Artık işleri ona zorlaştırmayacağım."

"Neden ölecek gibi konuşuyorsun?"

Tekrar kıkırdadım. Kaşığı ağzımdan çıkarmadan kumandaya uzandım ama onu elimden alıp izin vermedi. Babam ikimiz için sehpaya kahve bırakırken başımızdan öptü ve tekrar mutfağa döndü.

Ölecek gibi konuşmak nasıl oluyordu? Artık dünyaya farklı bir pencereden baktığımız ve en bilge olduğumuz anımız değil miydi ölüm denen şey. Herkes ölmeden önce hayatın sırrını çözmüş olurdu. Altın zamanlar. O zaman ki aklım şimdi olsa belki çok daha iyi bir hayat sürerdim ama daha öğrenecek çok şeyim vardı. Elbet biraz daha büyümüş hissediyordum. İnsanların beni çiğnemesine izin vermeden onlara hayatı kolaylaştırabileceğimi fark etmiştim. Gelene kapımın açık olması gerektiğini fakat kimseyi beklememem gerektiğini öğrenmiştim. Çocuklarımdan uzak geçirdiğim üçüncü hafta, şehre dönmelerinin ve tatillerinin bitmesinin üzerinden günler geçse de yanıma gelmediklerinde ne olursa olsun tek başıma da yaşayabildiğimi görmüştüm.

Nefes aldığım sürece lafta yaşıyordum işte. Gerçekte yaşamak neydi ki? Mutlu olmak mı? O halde ömrümüzün kaç gününü gerçekten yaşıyorduk?

weapons and traumas 2 || zmWhere stories live. Discover now