on dört

249 20 12
                                    

Panik soluklarımdan dışarı azar azar süzülen kasvetli bir ruh gibiydi. Kendi nefeslerimin yankılarını ve adımlarımın şiddetini her zamankinden daha gürültülü işitiyordum. Ellerimin arasında duran montu üzerime geçiremeyecek, saçlarımı toplayamayacak, hatta eşofmanlarımı değiştirmek yerine sadece üzerime bir hırka geçirerek evden kendimi atacak kadar panik olmuştum. Topuzumdan kıvrımlar kendini omuzlarıma, kulaklarıma doğru bırakmıştı. Ben koştukça sırtıma vuran tokayı hissedebiliyordum. Üzerimdeki bol gri eşofman bazen ayakkabılarımın altına giriyor, kapüşonlumun içindeki büyük erkek tişörtü rüzgarla şiddetlenerek üzerime yapışıyordu. Bir an ne yapacağımı şaşırınca yolun ortasında durdum, elimdeki onlarca şeye baktım. Evden çıkarken bir şeyler unutmamak için her şeyi kucaklayıp kendimi dışarı atmıştım.

Evin anahtarı, telefonum, cüzdanım, montum... Durup biraz soluklandım ve hepsini montun cebine koyup sonra şişme montu kollarımdan geçirdim. Okulun bahçesinden içeri girerken tokamı saçlarımdan sıyırıp parmaklarımla birkaç sefer taradım ve gelişi güzel bir at kuyruğu yaptım. Telefonumu çıkarıp Zayn'e haber verdim, ardından bana tanıdık olan lise koridorlarında yürürken ellerimi ceplerimin içinde yumruk yaparak sakinleşmeye çalıştım.

Neler olduğunu kafamda toplayamayacak kadar hırsla uyanmış ve ısrarla çalan telefonuma cevap verdiğimden beri tek bir şeyi mantıklı düşünemez olmuştum. Çocukları okula gönderdikten sonra uyumaya karar verdiğim nadir günlerden biriydi. Tam dalmıştım ki üzerimi bile değiştirmeden kendimi dışarı atmam, arabanın bende olmadığını fark edince okula kadar koşmam gerekmişti.

Müdür beni aramıştı. Normal bir öğretmen değil, müdürün aramasını gerektirecek kadar önemli bir şey olmuştu. Bana Jake'in bir kavgaya karıştığını, acil burada olmam gerektiğini ve onun iyi olduğunu söylemişti ama... Aklımı kaybediyordum.

Önce müdürün odasına baktım. Birkaç öğretmen bana onun olmadığını, rehberlik odasına gitmem gerektiğini söylediler. Seneler önce burada çalışmış bir rehber öğretmen olarak odanın nerede olduğunu çok iyi biliyordum. Adımlarımı koridorun diğer tarafına çevirdim. Kapıyı tıklayıp içeri girdiğimde Jake bakışlarını hızla kaldırdı, ardından çekinerek öbür tarafa çevirdi.

Bir masanın önünde iki ayrı koltukta, kendi yaşıtlarında bir çocukla beraber oturuyordu. Müdürün dediği gibi bir yarası var gibi görünmüyordu, iyiydi. Ancak eli adeta parçalanmıştı. Bir beze sarmış olmasına rağmen kan parmaklarının arasından sızıyor ve yere damlıyordu.

Yanındaki çocuğa baktım. Sol gözünün altındaki morluk, yamulmuş burnu ve çizilmiş yanağıyla öylece oturuyordu. Onu döven çocuğun annesi olduğum için böyle düşünmemin normal olduğunu sanabilirdiniz ancak tüm yaralarına rağmen suratındaki pişkin ve kendini beğenmiş ifadeyi yakalayınca kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı.

Gözlerimi ikisinden çekip öğretmene baktım. Uzattığım elimi sıktı ancak bırakmadı. "Hocam?"

"Ne?"

Kekeledi. "Theo Russell. Edebiyat derslerini sizden alıyordum."

Elbette. Geçtiğimiz on sene boyunca bu ismi nerede duysam onu hatırlardım. Ancak panik yüzünden midir bilmem, yüzünü bir türlü çıkaramadım. Hatırladığım kadarıyla gece karanlığı gibi saçları vardı, şimdi ise açılmış ve hoş bir kahveye dönmüştü. Konuşurken yanağında çıkan gamzeler ve buz mavisi gözleri bana onu hatırlattı. Başımı sallarken gülümsedim. "Büyümüşsün."

Mahcupça güldü. Aramızda bu öğretmen öğrenci sohbetini döndürmeyecektik. İkimizde birbirimizi son gördüğümüz yeri çok net hatırlıyorduk.

"Neler oldu?" Bu soruyu Jake'in arkasına doğru yürürken tıslayarak sordum. Onun dışında kimse üstüne alınmadığından bir cevapta gelmedi. Anladığım kadarıyla götürebildiği yere kadar bu suskunluğu götürecekti.

weapons and traumas 2 || zmDove le storie prendono vita. Scoprilo ora